7 Ekim 2016 Cuma

EDİRNE VE KAKAVA

Edirne'yi epeydir göresim vardı..ee ne de olsa eski başkentlerimizden...benim ülkemin insanı illa plajlı, bol diskolu, avm li yerleri sevdiğinden, yurt dışı deyince de illa paris, efenim prag vesair yerlerden başkası aklına gelmediğinden , Edirne gibi yere kim niye gitsin, uygun bir prg.bulamıyordum....Allah yürü ya kulum dedi gittim...nasıl hoşnut oldum anlatamam...benim gibi hoşnutluk konusunda kriterleri farklı biri için düşünün ve abartmayın...
Edirne'ye girer girmez Selimiye caminin minareleri karşınızda hemen beliriyor...sabah gün ışığı eşliğinde şahane...küçük ve hemen hemen hiç yokuşu olmayan bir şehir...tarihi zengin...batının en ucu...dolayısıyla psikolojikmen rahatsızlık hissetmiyor insan....en güzel, halim selim tam biz gibi caddesi olan saraçlar caddesi sanırım oranın Tunalı Hilmi veya istiklal caddesi...öyle göğü delen binalar, avm ler yok...öyle hoşuma gitti ki bu durum...saraçlar caddesinde bir otelde kalırsanız herşey süper...bütün güzel camiler aynı caddenin sağı,solu,köşesi şeklinde yapılmış...camilerin tarihi önemi ve görsel açıdan yumuşacık etkisini sevenler için...esnafı gayet aklı başında, pek yalaka tipler yok..kızdırırsan lafını esirgemeyecek ama adam gibi davranırsan gayet iyiler...rüstem paşa kervansarayı ve boylu boyunca dükkanlar, o dar sokak boyunca kafeler (antik kafe favorim) , ummadığınız bir köşeden çıkıveren davul zurna ve arkasında birkaç roman göbek havası görülmeye değer...bence...meşhur edirne tava ciğeri için tek seçenek (ben de tavsiyeyi gitmeden almıştım doğruymuş) aydın tava çiğercisi...küçük bir yer ama kuyruk var sürekli...lezzet kuyruğu...
Edirne'yi canla başla koruyan paşa Şükrü Paşa ve verdiği mücadele, tabyalar, kınık tepe kesinlikle görülecek yerlerden...Bedesten, Arasta, Eski Çarşı keza aheste aheste gezmek için çok güzel, nostaljik...

Eğer kavala kurabiyesi seviyorsanız (kavala da daha önce yemiştim aynı lezzeti arayanlar için) keçecizade en kaliteli olan...öyleymiş yani...lezzetli...
öyle ezanlar okunuyor ki, aynı anda dört cami yan yana...ve antik kafede çay saatine denk geliyorsa , ya da sabah erken uyanmışsanız içiniz dinleniyor...
osmanlı'nın saraylarından pek bir eser kalmamış...büyük bir yangın ve deprem üzerine ruslarla savaş atlatırken eserlerin çoğu zarar görmüş...II.beyazıd külleyesine özellikle hayran oldum....şu anda trakya üniversitesi müze haline getirmiş....aman görmeden gelmeyin...osmanlı'nın tıp adına verdiği emek, dönemin çaresizliği, yetersizliğine rağmen verilen emek külliyenin duvarlarında anlatılıyor...duygulanmamak elde değil yani..
edirne alkol tüketiminde önde gelen şehirlerdenmiş..ama üç gün içinde hiç bir taşkın insan görmedim....aklımda kalan, sabaha karşı , sarayiçi denilen alanda, kanuni'nin idamları infaz eylediği yerde, romanlarla dansetmek ve tunca nehrinde gün doğumuna karşı mum yakıp nehre bırakmak oldu...

peek sevdim pek...hatta şu an burnumun direği sızladı....beni newyork'a götürseler farklı bir yanım coşuyor ama bu edirnemsi yerlerdeki yanım doyamıyor arkadaş....sırada manisa var kısmetse birgün inşallah......

hayat kısaldıkça, adım adım gezesim var....aman rahat ayakkabılar, kıyafetler almayı unutmayın...sonuçta kaptanın hoşgeldin yemeğine gitmiyorsunuz...adım adım tarihe doğru gideyim arada bir döneyim, rahat olayım, keyfime bakayım diyorsanız bütün aksesuarlarınızı evde bırakın.......kalın sağlıcaklan
aklıma gelmişken edirne'de minibüs kullanırsanız verdiğiniz paranın üstü verilmiyor...bağış sayılıyor canları sağolsun...

LAF OLA BERİ GELE...

sözünün bittiği,
gözünün görmek,
kulağının işitmek istemediği zaman,
bütün ruhunla içine açık,
dışına kapandığın zaman,
sevinçlerinin yoruma kapalı,
hüzünlerinin sana dokunamadığı,
bütün tehditlere gülüp geçtiğin,
hiç kimseye, hiç bir şeye
umut bağlamadığın zaman,
beklentisiz olmanın özgürlüğünü
keşfettiğin zaman, artık senin hayatın başlamış demektir...
incinmek, gücenmek ve beklenti gönül bağıdır...O bağ koptuğunda artık özgürsün...

bir bankta oturup, mevsim neyi sunduysa dakikalarca içine çek..yağmursa ıslan, güneşse ısın, soğuksa titre biraz...yaşlı ile yaşlan, çocukla çocuk ol, unut gitsin bütün sayıları...
sende kim ne görüyorsa bırak görsün , sorma bile, merak dahi etme...

gün olsun iki dirhem bir çekirdek, gün olsun yırtık mı çorabın, karıştı mı saçın başın, dağıldın mı , darman duman...kim sana zincir vuracakmış , sokaklar her halinle senin...dünya senin alanın..kalabalığı boşver...bulunduğun her yer senin için , senin her halin için sunulmuş kocaman  yeryüzü var ...

beklentisiz ol, kimsenin beklentisine de hizmet etme...karşındaki için yaptığın kalbinin istediği kadar olsun...

nezaketle sınırlama kendini...seni zorluyorsa öfkeni yaşa gitsin...nezaket vazgeçilmez parçansa zaten sınırlamaz seni...ancak her haline eşlik eder...gerektiğinde herkese tepeden değil de uzaktan bak ama yanında ol...
okudun bitti mi :) Ol da görelim....Laf ola beri gele, leyleğin ömrü lak lak ola, peynir gemisi laf ile yürüyorsa niye denemeyelim dimi ..............yürüsün... deneyelim.... 

6 Ekim 2016 Perşembe

AGRA...

AGRA

Hindistan gezilerinde altın üçgen denilen 3 şehirden biri de Agra...Açıkcası Varanasi ile kirlilik yarışında olan diğer şehir...

Agra bir zamanlar Babür yani Türk-Hint imparatorluğunun başkenti imiş...Dünyanın 7 harikasından biri olan Tac Mahal Agra'da...Tac Mahal ve eserin mimarları ile ilgili çok hikaye var..

Şah Cihangir eşi Begüm Mahal'e çok aşıkmış..  Begüm 14.çocuğunu dünyaya getirirken ölmüş..Begüm Mahal ölünce Şah Cihangir  hayata küsmüş ve aşkı anısına Tac Mahal'i yaptırmış...Hatta eserin yapılmasında Mimar Sinan'ın öğrencileri de İstanbul'dan Agra'ya gönderilmiş...

Bir İngiliz Lordu dermiş ki; 'insanlar ikiye ayrılır...Tac Mahal'i görenler ve görmeyenler'...Bir yazar da ' çok az eser kendisi ile ilgili söylenen güzel şeylerden daha güzeldir..O da Tac Mahal'dir' demiş..

Ben de döndükten sonra sanki yeterince hafızama yerleştiremedim, daha uzun kalmalıydık hissine kapıldım fakat malum zamanla yarış halinde olunca mümkün olmadı...Yine de Tac Mahal'in kıyısında olduğu nehire bakan tarafını epeyce içime sindirdim....Dünya'da aşk için yaptırılan en büyük mimari eser Tac Mahal imiş...


İçeri girerken ciddi bir güvenlik var..Ayrıca galoş dağıtıyorlar..Tac Mahal'e iyi bakıyorlar...

Ben de büyük heyecanla bekledim göreceğimiz günü...Ve evet, gerçekten görkemli bir görüntüsü var....İnce ince dokunmuş gibi...Biz her saat göremedik tabi fakat, gün doğarken ve batarken birbirinden farklı renk yansımaları oluyormuş...Çok güzel bir eser...Üzeri değerli taşlarla döşenmiş ancak zamanla taşlar yok olmuş olacak ki ben çok fazla taş göremedim...Sadece mermerin ve işçiliğin güzelliği dikkatimi çekti...Pırıl pırıl bir yapı...Ne kadar doğru bilinmiyor fakat, Şah Cihan Tac Mahal'i o kadar beğenmiş ki , tekrar aynısını inşaa ederler diye Tac Mahal'in mimarlarının ellerini kestirmiş...

Şah Cihan oğlu tarafından Agra fort denilen Agra kalesinde hapsedilmiş ve ömrünün son günlerini esaret içinde geçirmiş....

Agra kalesi de görülmeye değer bir yer...Benim mimari açıdan daha da dikkatimi çekti...Kızıl renkli bir kale ama oldukça büyük...Hindistan'da dar alanda yapılmış bir eser görmedim..Herşey geniş alanlara inşaa 
edilmiş...Agra kalesinin etrafındaki trafik inanılır gibi değil...Biri şaka yapıyor zannediyor insan...Sıcaktan hiç bahsetmiyorum.. Biz sıcak ve nem ile sınanıyoruz dedik..Yine de gezi heyecanı bu ya, hiç şikayet edenimiz olmadı...Agra kalesinde bir tek şey çok fena, kaleden değilse bile dışardan gelen idrar kokusu...Öyle böyle değil...

Agra'da görülmesi gereken 3 önemli yer var...Biri zaten dünya harikası..Diğer ikisini de unesco dünya mirası listesine almış...Ben çok beğendim..Agra kalesi ve Fatehpur Sikri denilen terkedilmiş şehir...Hayalet şehir de diyorlar...Orası da Moğol imparatoru Ekber Şah tarafından yaptırılmış...Ekber Şah farklı farklı dini inanışta pek çok kadınla evlenip bir harem kurmuş...Bunu yaparak insanların barış içinde birlikte yaşamalarının mümkün olduğunu göstermek istemiş.....Ekber Şah'ın yatak odası ve güvenlik için aldığı önlemler çok ilginçti...

Yerel rehberler çok daha fazla bilgi aktarıyorlar ancak akılda kalması imkansız...Agra, trafiği, kargaşası, eserleri ile görülmeye değer... Bir de yanına kendine has kokuyu ilave edin daha da ilginç oluyor :) En hareketli eğlenceli günlerimizden biri de Agra'daki günümüzdü...
Hint-Moğol-Osmanlı imparatorlukları,  Müslüman ve pek çok  dinlerin karışımı bir şehir.............

Bu arada sincap severler , Tac Mahal bahçelerinde sincaplar koşuşturuyor...bilginize ;)

a



30 Eylül 2016 Cuma

HİN DİS TAN....HİNDİSTAN






Sene 2016, aylardan 10 eylül, günlerden cumartesi....ne güzel bir gündü...atatürk hava alınına giderken cüzdanımı kaybetmiş, çaldırmış olmama rağmen keyfimin tıkır tıkır olduğu güzel cumartesi....

6 saatlik çok güzel bir uçuş sonrası sabaha karşı yeni delhi gandi havaalanına indik....iner inmez dayanılmaz bir koku olacağı ihtimaline hazırlıklıydım, ancak, anlatanlar abartmış olacak ki, öyle bir koku almadım....

ilk etapta dikkati çeken yerel kıyafetli insanlar oldu....erken saat olması nedeniyle çok kalabalık değildi....çok keyifliydim...bütün yorgunluk ve uykusuzluğumuza rağmen hepimiz çok keyifli ve heyecanlıydık....beklentimiz yüksekti.....tam 42 kişilik şeker gibi bir grup....

hava, sabahın 5'inde bile hissedilir nemiyle  ılıman bir hamam duygusu veriyor insana....ilk şaşkınlığımızı bizi almaya gelen otobüsümüzü görünce yaşadık...sevindim doğrusu, çünkü eğer son sistem bir otobüs olsaydı hindistan'da olduğumu hissetmeyecektim.....çok farklı, şoför mahalli yolcu kısmından bir ara kapı ile ayrılmış, sağ direksiyonlu, oldukça eski model, klimaları sonradan takılmış, fazladan pervaneleri olan bir otobüs geldi....su dolabı olarak kullanılan dolap buz dolabı değil....içine buz kalıpları atıyorlar ve sular soğukluğunu koruyor....ilk kez gördüğüm bir yöntem ...tam da hindistan havası estiren bir otobüs...muavinimiz bir hafta boyunca sadece bir kez gülümsedi ve konuşmaya çalıştı....dil bilmediği için mahcup bir hint köylüsü sanırım.. ekmek parasıyla mücaadele veren kalender bir hintli...şoförümüz işi gereği daha özgüvenli orta yaşlı bir hintli ...ama ikisi de işlerini gayet iyi yaptılar....onlar bizi, biz onları sevdik...

neyse, sevinçle hemen otobüse yerleştik....önce bir otele uğradık, kahvaltı ve dinlenme molası ...otelde bizi çiçeklerle karşıladılar ama kahvaltı tam bir fiyasko....neyse ki, sadece kahvaltı için uğradığımız bir otel....otelin havuz kenarında epeyce dinlendik.....sonra 5 saatlik bir yolculuk ve jaipur'a ulaştık....konaklayacağımız otelimize yerleştik....zaten tur boyunca kaldığımız bütün otellerimiz gayet temiz, 5 yıldızlı, iyi döşenmiş konforlu otellerdi....

 gitmeden önce aşı olmak, tedbir olsun diye antibiyotik içmek filan çok gereksiz...eğer dışardan yemezseniz, otel de yerseniz, ve kaldığınız oteller iyi otellerse ve bir grupla hareket ediyorsanız, fazladan tedbir almaya gerek yok.....sadece galoş, antibakteriyel mendiller, el jeli ve kişisel itina ile çivi gibi gider gelirsiniz....bizim grupta en ufak bir rahatsızlık, ishal, bulantı yaşayan olmadı....oteller zaten mis gibi....

öğle yemeği sonrası muhteşem bir haftalık turumuz başladı....ama ne başladı....hayatımın en ilginç en güzel gezilerinden biri olarak anılarımda yer aldı....1.3 milyarlık bir ülke...biz sadece altın üçgen denilen kısmı ve varanasi'yi gördük ama epeyce fikrimiz oldu...farklı eyaletlerinde durum farklı olabilir belki ama hint kültürü üç aşağı beş yukarı aynı diyorlar....
seni hiiiç unutmayacağım hindistan....çok alem bir diyarsın.....anlatacağım seni biraz :) :) jaipur'u, agra'yı, varanası'yi, delhi'yi anlatacağım....

ülke genelinde, trafik komedi, ciddi ciddi güldüren bir yanı var...korna sesi otomatiğe bağlanmış gibi...her yer çok kalabalık çünkü ülke nüfusu 1 milyar 300 milyon insan...bangladesh'den ve diğer komşularından çok göç almışlar ve onlar da ülkeyi hepten daraltmışlar....evsiz, işsiz, parasız insan çok...g8 zirvesinde türkiye'den öndelermiş ama bizdeki izlenim oldukça yoksullar...ülkede trafik soldan akıyor...zaten trafik herkesin kendi evinde yazdığı kurallarla eğlenceye dönüşmüş...hijyen nedir bilmiyorlar...ölüm yaşı ortalaması düşük...ülke genelinde, hinduizm, az biraz budizm, sihizm, müslümanlık ve belki daha fazla inanış var...aslında bu açıdan oldukça demokratik görünüyorlar...para birimleri rupi ama ağlayasınız gelir, paraları çok değersiz....1 rupi sanırım 0.4 tl ye eşit....bollywood showları şahane çünkü hint dansı meşhur..zaten müzik ve dans vazgeçilmezleri gibi...dinleri de müzik ve ritmik hareketleri öngörüyor sanırım....ülkede mevsimler muson mevsimi, sıcak mevsim ve serin mevsim olarak ayrılmış....serin mevsimde hava 30-32 bazen 34-36 arasında değişiyor....sıcak mevsimi bilmiyoruz....100 rupilik bir ürün satabilmek için gerekirse km.lerce takibe alıyorlar insanı....öyle böyle yapışkan değiller....'dirençli satıcı' konusunda Mısır'ı sollamış durumdalar :) mutfakları zengin aslında ama farklı baharat tadı her daim var....yemek isteyen özgür tabi :) çok daha fazlası yazılabilinir....gördüğüm yerlerden duygu ve izlenimlerimi şehir şehir yazayım dedim....bir kere yetmez bir kez daha dediğim ender yerlerden canımsın hindistan ;) hoşçakal 


HİNDİSTAN'DA BİR RÜYA

HİNT RÜYASI......VARANASİ................



hindistan'ın kutsal toprakları....hintlilerin, özellikle dindar hintlilerin hac için ziyaret ettikleri , ganj kıyısında bir şehir....varanasi dünya üzerinde bilinen en eski şehir...cahiliye döneminden, hatta daha öncesinden bu yana ayakta ...çok kalabalık bir şehir...insanlar neredeyse caddeleri kaldırım gibi kullanıyor....hindular, öldüklerinde mümkün olduğunca  burada yakılıp, küllerinin de ganj nehrine atılmasını istiyorlar...ganj nehrinde yıkanmak hindular için günahlardan arınmak anlamına geliyor....

her akşam nehir kıyısında hindu ayinleri yani, aarti ayini yapılıyor....
bu tür ayinler ve ölü yakma törenleri için ,  ghat denilen,  nehire inen basamaklar var...çeşitli amaçlarla kullanılan her birinde farklı törenlerin yapıldığı yaklaşık 8 - 10 ghat var..ghatlar,  nehir suyu çekildiğinde tamamen ortaya çıkıyor…

Hinduizm, dünyada Müslümanlık, Hristiyanlıktan sonra gelen üçüncü büyük din…din demek ne kadar doğru bilmem ama inanış diyelim….başlangıç tarihi veya kurucusu belli olmayan mistik bir dindir….hindistan’da özellikle varanasi’de hinduizmden başka, sihizm, Budistler ve Müslümanlar da var…
varanasi oldukça pis bir şehir....pis derken daha kibarca ifade edebileceğim bir kelime bulamadığımdan....yoksa kötü bir amacım yok...insan belediye ne yapıyor, nerede bu devlet, nerede bu hükümet demekten kendini alamıyor...fakat , ince bir detay var, hinduların yaşam anlayışlarında, bu pisliğin, doğal yaşamın bir parçası olarak görüldüğünü, bütün canlıların, geri dönüşümü olan bütün atıkların doğal karşılandığı için bu kadar pis olabildiklerini düşünüyorum...aksi halde o pisliğe bir gerekçe bulmanın imkanı yok....aklımız durdu....hijyen denen şeyi hiiç duymamışlar...zaten ülke nüfusu 1.3 milyar...bir de hava şartları eklenince ülkede temizlikten eser yok...en azından bizim gördüğümüz yerlerinde....sokaklara işemek serbest....zaten kutsal kabul ettikleri inekler ve onların dışkıları da sokakları kaplamış, o meşhur baharatlar da ilave olunca ortaya kendine özgü bir koku, ve filmlere konu olacak görüntüler çıkıyor... gördüklerinin orjinalliği,doğallığı  karşısında insan gerçekten bilgilendiğini hissediyor ...yani bilmek başka görmek başka...görmekten keyif alıyor..yani ben aldım...

dünyanın bir ucunda böylesi bir geri kalmışlığın, bakımsız, pis sokakların, çamur, çaylak bir hayatın varlığından kimselerin haberi yok mu diye düşündüm....ama şikayet etmek hiç aklıma gelmedi...ufkum genişledi.....varanasi hit kültürünün en orjinal haliyle yaşandığı bir şehir olduğundan hindistan'a gidip de varanasi görmemek büyük kayıp bence...

her neyse, ülkenin kültürel özelliklerine şahitlik etmekten memnunduk, şaşkınlığımızı, yaşadığımız değişiklik duygusunu , şikayet etmekten ayrı tuttuk...ben zaten o farklılığı görmeye gittim....ve gördüklerimden hiç şikayetim yok....sadece durumu ifade etmek için kullanıyorum 'pis' kelimesini..

varanasi, ülkenin daha güney doğusunda ve delhi' ye epey uzak...o yüzden iç hat uçuş yapmanız gerekiyor...indigo havayolu gayet iyi bilinen bir hava yolu....delhi'den varanası yaklaşık 1.30 saatlik bir uçuş...varanasi hava alanı ise, kendince çok da kötü sayılmayacak orta ölçekli bir hava alanı....uçaktan iner inmez insanın yüzüne sıcak hava üfürüyorlar sanki....varanasi çok sıcak bir şehir....ülkenin belki en fakir insanlarını, belki de hayatında hiç defter kalem görmemiş insanlarını varanasi'de görebilirsiniz......sokakları 24 saat renkli, gürültülü...hindistan'ın genelinde trafik kuralı diye birşey yok...ama özellikle varanasi'de trafik insanların kendi kurallarıyla işliyor...kimse kimseyi takmıyor...herkes bildiğini okuyor...buna rağmen pek kaza görmedik....hemen hemen korna çalınmayan bir saniye bile yok....yani neredeyse 24 saat sürekli kornaya basıyorlar....bir nevi korna ile konuşuyorlar....öyle bir curcuna ki anlatamam.....her yer yağlı boya ile boyanmış gibi, arabaları, kıyafetleri, otobüsleri ...çok hareketli, renkli, heyecanlı bir şehir.....görülmeye hiç süphesiz değer.....

varanasi 'de , sihizm dinine de tanıklık ettik....bir sih tapınağına girmek öyle kolay değil....çorap, galoş, ayakkabı, terlik kesinlikle kabul etmiyorlar....yalın ayak olmak zorundasınız....bir suya bastıktan sonra tapınağa giriyorsunuz....o suya bütün binlerce ayak giriyor, bizler için hijyen açısından nasıl bir duygu düşünün...fakat tapınağa girme isteği ağır basıyor...ben küçük bir yalan ve yanımda götürdüğüm antibakteriyel spreylerle işi hallettim....yani galoş üzerine giyilmiş bir çorapla girdim.....sih tapınakları oldukça göz alıcı, ilahileri ise kulak okşuyor....sihizm de saç kesmek yok...bu nedenle başlarını kendilerine özgü bir sarıkla sarıyorlar.....tapınak etrafında sigara içmeye kalkarsanız aklınıza gelmeyecek tepkiler alabilirsiniz...sakın yapmayın......sihizm, müslümanlığa hinduizmden daha yakın bir din ama yine de her iki din benim için yeni bir bakış açısı oldu.....sanki herşeyi yeniden sorguladım........yine de iyi ki bir seçim yapmak durumunda değilim diye düşündüm........hinduizmin mistik yanı, sihizmin iyi döşenmiş göz alıcı tapınakları ve ilahileri , hatta unutmadan söyleyim ineğin çok kutsal kabul edilmesi ve müslümanlığın aklı öne çıkaran kusursuz evrensel emirleri......neyse herkesin inancı kendine.......

o renkli ve bana göre çok farklı dünyaya bir süre eşlik etmek, şahitlik etmek o havayı solumak, o sokaklarda dolaşmak yıllardır en büyük hayallerimdendi....ve gerçekleştirdim......hala etkisindeyim......tavsiye eder miyim? şu satırları okuduğunuzda çoktan rezervasyon yaptırmış olmalısınız.........haydi bakalım iyi yolculuklar :) 

29 Ocak 2016 Cuma

URFA'LIYAM EZELDEN, GÖNLÜM GEÇMEZ GÜZELDEN




Urfa'da en ilginç günlerimizden biri  Harran ovasını görmek oldu...Harran 4000 yıl öncesine ait ev örnekleri, höyükleri, kalıntılarıyla çok hoş duygular uyandırıyor...Mistik bir alan sanki...Harran kelimesinin anlamına dair birkaç ihtimal dinlemiştik...Çok sıcak anlamına da gelirmiş...Veya Seyahat anlamı da olabilirmiş...Tevrat'da Harran'dan bahsedildiği de söylenmişti...
Harran'da üzeri kilimlerle örtülmüş , içinde tahta masa, sandalye, sıraların olduğu çay bahçesi benzeri bir yerde toplandık...Daha sonra aşiret reisi olarak , aşiret nedir, aşiret reisi nasıl olunur onu anlatmak için bir bey geldi...Atıyla geldi...Film gibiydi...Sonra hepimize çay getirdiler...Kandırılmadıysak ki hiç sanmıyorum, aşiret reisimiz, her soruya cevap verdi...İstanbul'da yaşayan bir kent erkeğinin hayatını çok sıkıcı bulduğunu anlattı...Reis olmak için önemli şartları anlattı...Daha sonra, kalıntıları, eski Harran evlerine örnek evi dolaştık...Ev çok hoşuma gitti....Tamamen temel ihtiyaçlara hizmet eden bence hoş bir mimarisi olan sanırım kerpiçten yapılar..



Harran'dan sonra Birecik ilçesinde kelaynakları görmeye gittik...Bir çiftlikte nesli tükenmek üzere olan keyaynaklara destek için basılı tişörtlerden aldık..Yine kahve molası verdik ve oradan da Halfeti'ye gittik...



Halfeti deyince şöyle bir durdum...Birecik barajının suları altında kalan Halfeti çook güzel, ilginç bir yer...
Günün en keyifli yeri neresiydi bilmiyorum ama sanırım Halfeti'ydi...Sular altında kalan ilçede, bazı yapıların çatıları hala su üzerinde görünüyor...Mesela bir caminin minaresi suyun üstünde ama ana yapı sular altında...Oraya gittiğinizde bir tekne gezisi şart..Biz de öyle yaptık...Sular altında kalan ilçeyi tekneyle gezdik...Teknede bir iki tane çalgıcı da oluyor...Birkaç kuruş kazanmak için nefis müzik yapıyorlar...güverteye oturduk keyifle kıyıyı, yarısı sular altında, yarısı su üzerinde kalan köyü gezdik...Tekne gezisi bitince herkes gözleme kuyruğuna girdi...Bir aile kendi yaptıkları un ve hamurdan gözleme yapıyorlar...Gayet ilkel şartlarda yapılan gözlemenin lezzetini anlatamam...Bir yiyen ikinciye sıraya giriyor...Ancak bize verilen zaman sınırlı....Halfeti'den çok memnun ayrıldık...Urfa'da kesinlikle görülmesi gereken bir yer...



Bütün grup günü yorgun ancak halinden pek memnun tamamladı.....Nefis yemek sonrası acilen derin uykulara geçildi...



Ertesi gün Kapalıçarşı gezimiz vardı...Sabah mis gibi ve acil kahvaltı...Hemen geziye başladık...

Urfa gez gez bitecek gibi değil, kapalıçarşısı bence görülmeye değer..400 den fazla dükkan var.. Zaman zaman tuhaf kokular geliyor insanın burnuna ama o kadarına katlanmak gerek...Yöresel kıyafetler benim çok hoşuma gitti...Hava o kadar sıcak ki 40-45 derecelere ulaşıyor kimi zaman, elbette kokuya etkisi de oluyor...Kapalıçarşıda ne ararsanız var, telkâri, tatlıcı, kuruyemiş, halı,kilim,bakırlar,danteller aklınıza ne gelirse....Çarşının her santimini dolaştım ve verilen süre içine bir de mırra kahvesi sığdırdım...Gayet acı bir kahve....Ardından Bedestende dolaştık , halılar , kilimler bak bak derken zamanımız tükendi...Ve buluşma noktamıza döndük...











 Bir de sıra gecemizi anlatayım.. Çünkü sıra gecesinden bu kadar keyif alacağımı düşünmemiştim. Belki de ilk defa Urfa türküleriyle halay çektim....Dışarda genişçe avlusu olan, birkaç basamak merdivenle aşağı inildiğinde yer minderleri ve halılarla kaplı bir salon...Kapıda ayakkabılarımızı çıkarıp girdik...Yer minderlerine sıra sıra oturduk...Biraz sonra saz heyeti geldi..Birbirinden güzel türküler, folklorik dans izlerken bir yandan ortaya çiğ köfte tezgahı kuruldu...Bir aile işletmesi, gelin,görümce,kayınpeder,torun kimi ararsanız var...Hep beraber çiğ köftelerimizi hazırladılar...Halaylar çekildi, türküler söylendi, bir küçük gösteri yapıldı..Sonra meyveler, çaylar ve tatlılar geldi...Avluya gire çıka bir hal olduk çünkü içerde sigara yasak...
Avlu da ayrı bir keyif...Hava o kadar sıcak ki, duvarlarda kertenkeleler cirit atıyor...Dedeler torunlarını seviyor, gelinler uzun etekleri, şalvarlarıyla bizlere canı yürekten hizmet ediyor...Yine memleket meseleleri konuşuluyor bir yandan...Fotoğraflar çekiliyor....Sıra gecesinden sonra aracımızı beklemek üzere dışarı çıktık, biraz şaşırdım, Urfa'dan beklemeyeceğim kadar kızlı erkekli gruplar caddelerde yürüyor, sokaklarda hareket var...Urfa çok hareketli bir şehir zaten..Ama yörenin törelerini de tam yerine getiren şehirlerin başında...Bu iyi bir şey midir, kötü müdür yoruma açık...
Urfa tarihi zenginliği, dini hikayeleri açısından zenginliği, kendine özgü kıyafetleri, havası, görülesi yerleri açısından ziyaret edilmesi gereken çok güzel, gizemli şehrimiz...Çok sıcak hava nedeniyle bahar aylarında gidilmeli ancak biz mayıs ayında bile 40 dereceleri gördük Urfa'da...Urfa'ya iki günden daha fazla zaman ayrılmalı...


BALIKLIGÖL'DEN AYRICA BAHSEDECEĞİM İLERLEYEN ZAMANLARDA :)






18 Ocak 2016 Pazartesi

ADIYAMAN NE GÜZEL DİYARSIN.....

2014 yılı bir bahar akşamı, Ankara'da şakır şakır yağmur...Öyle ki şemsiye kenarından şelale gibi su boşalıyor...Akşam saat 21 ne hevesle bindim o otobüse...Yıllardır haberlerde terör bölgesi gibi kafamıza yerleşen ama benim çook merak ettiğim yerlere gideceğiz ve üstelik yine 16-18 saatlik bir yolculuk...Gerçi Adıyaman ismi terörle en az anılan şehrimiz..
Yolculuk başlar başlamaz araçtaki beyleri boşver, hanımlar grup halinde dört gözle dizi izledik...Buna pek gülmüştüm..Çaylar , kahveler, nerelerden geçtiğimizi bilmeden gecenin karanlığında yol aldık...Sabaha karşı uyandım...Herşey yolunda..Öyle güzel tabiat manzaralarından geçiyoruz, bir de acıkmışız...Araçta kahvaltı sonrası öğleye doğru otelimize ulaştık...Otelimiz şehir merkezinde, yeni açılmış tertemiz bir otel...Herkes pek keyifli pek ala pek hoş...Öncelikle otele yerleştik sonra öğle yemeği için şehir merkezine gittik...Adıyaman'da olduğumu unutup lahmacun istedim...Üç kişilik lahmacunu patlayana kadar yedim...Adıyaman şehir merkezi gezildi tozuldu...O gün dinlenildi, uyundu..

Asıl heyecan ertesi gün Nemrut yolculuğumuz olacaktı...Mevsimin ve Nemrut'un icab ettiği gibi giyindik kuşandık, ve yerel minibüsler bizi otelden almaya geldi...Üç minibüs diye hatırlıyorum, çünkü büyük otobüs ile gidemeyeceğimiz yerlere gidiyorduk...


Minibüste dinlediğimiz tüm yöresel türküler, yol boyu geçtiğimiz yerler o kadar hoşuma gitti ki, o güzelim yerlerin turizme kapanmasına sebep olanlar bölgeye ne büyük zarar vermiş meğer...

Önce Cendere köprüsünü gördük...Tek kelimeyle bayıldım...Gizemli ve çok güzel bir bölge zaten..Bol bol fotoğraflar çektim...Köprünün etrafında turistik eşyalar satan bir kafede çay molası verildi...Herkes çok neşeliydi gerçekten, dinlendik, çaylarımızı içtik...Hava Mart ayında Ankara'da olamayacak kadar sıcaktı...

Daha sonra Karakuş tümülüsüne gittik...Komagene krallığı döneminde yapılmış çok güzel iki anıt..Evet sadece iki heykel veya anıt her neyse..Hikayesi de güzel, ancak tam o noktadan Adıyama'nın görünüşü tek kelimeyle harika...Çok güzel bir rüzgar, baharın bütün renkleri, sessizliğin içinde bir iki börtü böcek, kuş sesi ve Adıyaman'ın dört taraftan, uzaktan kuş bakışı görünüşü...Keyiften dört köşe olduğumu hatırlıyorum...

Şoförlerimiz bölgeyi o kadar iyi biliyorlar ki, gözü kapalı ve son sürat, yoğun virajlı gece yarılarına kadar süren yolculuğumuz esnasında ismini bilemediğim bir sürü türkü ve hayat hikayesi dinledik...

Neyse sıra gelmişti büyük heyecanla beklediğimiz Nemrut'a çıkış...Yol üzerinde önce , yaya olarak daracık patika yoldan çıkarak Arsemia kalıntılarını gördük..Sonra yine kendine özgü dizaynı ile açık hava kafede, çaylarımızı içtik , dinlendik, enerjimizi topladık ve yeniden çıktık yola...

Nemrut'u görünce kimileri çıkmak istemedi...Bence Nemrut'u görmeyeceksen Adıyaman'a hiiiç gitme..Hatta bölgeye gitme...Neyse Nemrut'a bazıları gün doğumunu, kimileri gün batımını görmek için gidiyor..Gün doğumunu görmek isteyenler uyku tulumlarıyla geceyi dağda geçiriyorlarmış.....Biz gün batımını görmeye ayarlandık...Asıl zevkli, zorlu kısmı Nemrut'a çıkış...Neyseki birileri düşünüp çıkış için, iniş için gayet güzel yollar yapmış...Farklı inişleri çıkışları var...Zirveye kadar çıkamayacak olanlar eşekleri kullanıyorlar...Benim için o günün en başarılı kısmıydı...Aman ne yürüdük, ne tırmandık, yükseldikçe uğultulu rüzgar arttı, soğuk başladı...Çıktıkta uzaklaşan bir zirve...Arada kestirmeleri kullandım, küçük molalar verdim...Ama inerken de, çıkarken de sürekli gruplar halinde insanlar, sevinçli bir hayret içindeler....Ve sonunda zirveye ulaştıııııımmmm....Rüzgar ve soğuk hissedilir derecede arttı...Bolca fotoğraf çektim...Ve gün batımını beklemeye başladık....Evet gün heryerde batıyor ama gerçekten denildiği kadar varmış, hayranlıkla gün batımını izledim....Rüzgarın uğultusundan başka hiç bir sesin olmadığı bir noktadan dakikalarca izledim...Kızıl gün  batımı....
Kendi kendime bir havalara girdim, Nemrut dağında, güneydoğuda, muhteşem manzara, özgürlüğü bu kadar net hissetmemiş miydim acaba....:) aferindi bana....

O çıkışın bir de inişi var tabi, Allah'tan zirvenin keyfini çıkarınca iniş bir başka kolay...Saldım kendimi iniş yoluna, grup birbirini kaybetti, herkes bildiği yerden indi..İndikçe rüzgar azaldı, hava da kararmaya başladı...Ve nihayat ilk kafeye kadar indim...Kafede, çay, kahve, aparatif ve sıcak şarap vardı...Aman tanrım hiç düşünmeden hemen sıcak şarabımı içtim..Sigaramı tüttürdüm...Biraz da Süryani şarabı tattım...Geniş bir alan ve bekleme , oturma yerleri var...Orada kürtlerle sohbet ettik...Kürtçe birkaç kelime öğrendik...Memleketin halinden konuştuk...Güzel uzun sohbetlerdi.. Yine de temkinli konuşma ihtiyacı hissediyor insan...Kardeşlikten filan da çok bahsettik ama yok, nasıl işlenmişse kafamıza...Onlar kürtçe konuştukça , bütün içtenliklerine , eli açık, misafirperver olmalarına rağmen, bir ayrılık düşüyor gönüllere demek ki...
Minibüsümüzü bulduk ve keyifle , herkes kendi gözlemini anlata anlata otelimize döndük...Nefis bir akşam yemeği bütün yorgunluğumuzu aldı.....

Nemrut'a giderken Adıyaman sıcağına aldırmayın en soğuk ve rüzgarlı havaya göre hazırlık yapın...Mutlaka bir Süryani şarabınız olsun, en azından bir fincan...Ve sakın yarı yoldan dönmeyin...Zorlu bir çıkış olabilir ama görecekleriniz buna değecek....Hoş ben hiç zorlanmadım..Ama belli yaş üzeri insanlar için biraz riskli, onlar da eşeklerle çıkıyor....

Şimdi şuraya bir türkü koyuveresim geldi....Nemrut bir de gön doğumunda görülmeli diyorlar...İnşallah birgün olacak....Nemrut'un gün batımı fotolarında gül cemalim de olduğundan kişisel fotolarımı paylaşamadım....Çok görmek isterseniz kendiniz gidin ve Nemrut'a çıkın, bana da haber verin :) :) Orada insan kendini Allah'a çok yakın hissediyor.......

13 Ocak 2016 Çarşamba

KARS-ÇILDIR GÖLÜ-ARDAHAN-SARIKAMIŞ-ANİ HARABELERİ

Bu çok özel bir geziydi benim için...Her bir gezimin çok güzel anıları var ancak bu gezimizin bir başka tadı vardı...
Doğu Anadolu'ya, o bölgeye, üstelik kış mevsimin ilk kez gidiyordum...Bölge artık huzur içinde olmasına rağmen insan tedirgin de oluyor...
Ulaşım yataklı tren ve uçak seçenekliydi......Ben bu programın biraz dışına çıkmak istedim, çünkü gezi boyunca göreceğimiz yerlerden çok yataklı trenle doğuya seyahat çok ilginç ve keyifli geliyordu kulağıma....Fakat ben trenle gitmeye karar verdiğimde yataklı vagonların hepsi satılmıştı....


İyi olarak bildiğim hiç bir otobüs firması da o bölgeye sefer yapmıyordu...Çok derin bir soruşturma sonunda bölgenin iyi bilinen bir firması Esadaş ile Erzurum'a kadar gidip, oradan başka bir otobüsle Kars'a geçmeye karar verdim...Hem doğuya seyahat, hem 21 saatlık bir yol, hem bilmediğim bir otobüs firması ve her yerde kar var...Ben de bir cesaret bir cesaret....


Gün geldi , bütün hazırlıklarımı eksiksiz tamamladım ve Mart 2015 akşam aştiden çıktım yola..Ne güzel bir sürpriz, araç sıfır, tertemiz, servis süper...Yolculuk devam ettikçe kaptanımızın da gayet iyi olduğuna kanaat getirdim...Önyargılı olmanın bir alemi yok...Meğer o bölgede en iyi bilinen firmayı seçmişim...Yol uzun, keyfim yerinde, yan koltuk boş... Film izledim, kitap okudum...Yolda mola verdiğimiz yerlerde anladım ki, gece ilerledikçe hava soğumaya başladı...Kar değil buzlanma vardı...Gayet güzel, ve uzun yolculuktan sonra, sabah Erzurum'a ulaştım...Sonra başka bir otobüsle Kars'a yola çıktım...Epey yakınlaşmıştım..artık firmanın ve kaptanın iyiliğine takılmadım..4 saat kadar sonra Kars'a, Büyük Kale otele ulaştım...Ben uçakla gelenlerden daha önce ulaştığımdan, biraz dinlenmek için vaktim vardı...Oteli de çok beğendim...Hemen sıcacık bir uykuya daldım...

Grubun kalanları gelince, gezimiz başladı....Rehberimiz hiperaktif bir arkadaş...Bizi bilgiye boğdu..Bölgeyle, Kars'la ilgili, gelmişten geçmişten, tarihten ne varsa hepsini anlattı...Serbest zamanda minnacık ama çok beğendiğim Kars'ın  merkezini, ara sokaklarını dolaştım...Kars, doğu ile ilgili kaygıları taşımayan bir şehir...Rahatlıkla dolaşabiliyorsun...Küçük molalarımda kahve içtim, fotoğraf çektim.. ilk günün yorgunluğu ile otele dönüp hep beraber akşam yemeğimizi aldık...Yemekler gayet bol kepçe ve lezzetli...Tıka basa yedik içtik , umut dolu iki genç müzisyenin müzik ziyafeti de gecemize renk kattı...Hele ki Sarı Gelin'i Kars'ta dinlemek çok hoşuma gitti...Sonra herkes odasına...

Üç gün boyunca otelimizden, yemeklerden hiç şikayetimiz olmadı...Cana yakın, yardım sever insanlar Kars'lılar...Ama soğuk yaman bir soğuk...O şartlarda yaşıyor olmalarına üzüldüm...

Muhteşem Ani harabelerini gezdik, Kars'ta malum kaz yedik, Sarıkamış ve kayak merkezini, katarina köşkünü gezdik...Aralarda, sahlep, çay , kahve molaları verdik..Atlı kızaklarla dolaştık...Sarıkamış soğuğu anlatılır gibi değil...Allahuekber dağlarına uzaktan bakıp, orada şehit olan askerlerimizi andık...İçim kan ağladı...Özetle soğuğu şöyle anlatayım; Sarıkamış dönüşü, otelde odam çok sıcak olduğu halde, saç kurutma makinalarını bir saat kadar vücuduma tuttum..Benim gibi bir kişi daha odasından çıkamadı...Çünkü bedenimde bir tuhaflık hissettim..Kafatasım uyuşmuş gibiydi..Kısmi donma olur mu diye telaş ettiler ama saç kurutma makinalarıyla hayata döndüm :) öyle bir soğuk vardı...

Kars'ta görülmeye değer, Rus işgalinden kalan, Ermenilerden kalan, Selçuklulardan kalan ne kadar güzel yer varsa gördük...Ermenistan sınırına kadar yaklaştık...Oralardaki köylerin ısınma ve su problemlerine üzüldük...
Ama gezinin önemli günü Çıldır gölüydü..Çıldır gölüne ulaştığmızda, hemen öğle yemeği için balıklarımızı seçtik...Balıklar pişerken, biz donmuş gölde atlı kızaklarla dolaştık...Çok ama çok hoşuma gitti...Göl tamamen donmuş haldeydi..Bundan emin olamayanlara kazma ile gölden bir delik açıyorlar ki görüp emin olasın...Hoş bana göre bu kadar keyifli olmasına rağmen, akıl işi mi ? hayır...Ya donmayan bir yeri varsa diye de insanın aklından geçiyor...Neyse efendim, Sarıkamış'a göre biraz daha yumuşak olmasına rağmen, Çıldır gölü de soğuktan yana acımasız..Kat kat örtülerle bir kez daha atlı kızak gezisi yaptım...Sonra sıra donmuş gölde balık tutmaya geldi...Restoranın çalışanları donmuş gölde açılan bir delikten balık ağı indiriyorlar ve ağa takılan ilginç göl balıkları yukarı doğru çekiliyor..Oldukça ilginç bir görüntü..Sonra balıklarımızı yedik, salata enfes, üzerine sıcak şarap ikram ettiler ve otelimize döndük.....
3 gece ve 4 koca günün ardından benim asıl merakla beklediğim an, tren garına geldiğimiz an oldu...Uçakla dönecek olanları uğurladıktan sonra sabah erken Kars tren garında yataklı vagonuma sevinçle yerleştim....Tam 24 saatlik yolculuk...Ve hiçbir araçla göremeyeceğimiz manzaralar eşliğinde, kimbilir kaç istasyonda durarak, kaç şehri geride bırakarak gidecektim...Evet gerçekten bu gezinin bendeki en özel yeri yataklı trenle yolculuk oldu...Hiç ama hiç sıkılmadım..Vagonda tektim dolayısıyla rahat rahat yerleştim...yatak genişliği, vagon sıcaklığı gayet güzel...Kocaman açılabilir bir pencere var..Eğer pencereyi karşınıza alıp yatarsanız gökyüzü muhteşem görünüyor...Neler yapmadım ki, kitap okudum, restoranda envai çeşit yedim içtim, gruptan insanlarla sohbet ettim..Uykunuz gelse bile uyumak istemiyorsunuz..İnanılmaz yerlerden geçiliyor..Manzara ve gökyüzü şahane..Fotolar çektim...Epeyce de uyudum...Yataklı vagon görevlisi diğer vagonlardan ayrı olarak daha iyi bir gözetleme yapıyor bence...Tuvaletler temiz..Beklediğimin çok üzerinde bir yolculuk ...Ve tam 24 saat sonra Ankara garına ulaştım....


Bu güzel yolculuk için Esadaş-Kars büyük kale otel-Doğu Eksperisi ve grubumuza teşekkürler...Ülkemizin görülmeye değer nice yerlerini görmeye devam.....Esadaş bölgenin Ulusoy-Varan'ı olarak kabul ediliyor...Bilginize :)

8 Ocak 2016 Cuma

KONT DRAKULA'YA GİTTİK EVDE YOKTU :)





eveeeettt gelelim Romanya ve Bulgaristan maceramıza;


2015 yılına nerede veda etsem diye düşünürken epeydir görmek istediğim Romanya-Bulgaristan turuyla karşılaştım...Acenta ile görüşmelerimi, uzunca konuşmalarımı yaptım..Son kararımı verip ödemelerimi yaptıktan sonra heyecanım iyice arttı ve yolculuk başladı...


Ankara'dan 30 Aralık 2015 öğle saatlerinde yola çıktığımda hava epeyce soğuktu ancak kar yağışı yoktu...İstanbul'a yaklaştıkça kar yağışı başladı ve tahminimden bir saatlik gecikmeyle Kadıköy'e ulaştım...Araca valizimi bırakıp acilen bir çay molası verdim, rehber ve şoförlerle tanışıp yerime geçtim..Hiç bir zaman tercih etmediğim en ön koltuktaydım ama iyiki öyle olmuş, bütün gezi boyunca inanılmaz keyif aldım...

Yolda verdiğimiz köfte molasından sonra gece 01-02 gibi Kapıkule'ye ulaştık..Hava inanılmaz soğuktu , pasaport işlemlerimizi hallettik ve hızlandırılmış freeshop gezimizden, hızla içilen çaylar ve sigaralardan sonra tekrar sıcak aracımıza bindik..Şoförlerimizin güvenilir sürücüler olduğundan iyice emin olduktan sonra misler gibi uyumuşum..Zannederim İstanbul'dan itibaren Bulgaristan hepsi hepsi 9 - 10 saatlik bir yol...

Sabaha karşı Bulgaristan'ın Rusçuk köyünde kahvaltı molası verdik..Her anını sevdiğim gezimiz orada başladı..Soğuktan sıkça bahsetmek istemiyorum ancak elimde değil, en soğuk gezilerimden biriydi, buna rağmen çok güzeldi...Kahvaltı sonrası yolculuk ve çok karizmatik bir köprüden geçerek Romanya'ya ulaştık...Ülkeye girer girmez bütün Romenlerin bizi beklediğini düşünmüştüm oysa gezi boyunca hayalimdeki Romenlerden bir tane bile görmedim..Bükreş'e ulaştıktan sonra, valizlerimizi bırakmak için otele uğradık orada son dakika kararı ile şehir gezisinden vazgeçip uyumaya karar verdim...Ankara'dan itibaren sayarsak neredeyse 19-20 saat hatta fazla yolculuk etmiştim..Önümde beni bekleyen koca 4 gün daha vardı..

Odama yerleşip, bir fincan çay içtikten sonra öyle tatlı bir uyku ki anlatamam gözümü açtığımda saat 5 olmuş..Rahat birşeyler giyip lobiye indim..Otel 31 Aralık için epeyce süslenmiş ışıl ışıl olmuştu...Daha sonra gala gecesindeki tek eşofmanlı katılımcı olarak açık büfe yemeğimi aldım...Müzik, dans, bir kadeh şarap ve sonra tekrar derin bir uyku...

İkinci gün Romanya'nın transilvanya bölgesi denilen bölgedeki ortaçağ şehirlerini gördük..Bran , Braşov, Sinaia ve  Bükreş sokakları , uzaktan da olsa, Çavuşesku'ların 1100 odalı hayatlarına mal olan sarayları derken şahane bir gün oldu... Kont Drakula'nın şatosunu gezdik...Drakula efsanesinin hikayesini dinledik...Drakula şatosu tam bir labirent..Çok çekici, gizemli, ürkütücü bir yapı...Soğuk kış akşamı da işe eşlik edince tam bir macera oldu benim için..Yerler buz ise şatoya çıkarken , inerken dikkatli olmak gerekiyor..Şato özel günler için kiralanabiliyormuş..Açıkcası vampir gecesi düzenlense hiç düşünmeden giderdim..Böyle özel organizasyonlar oluyormuş .. Şatonun öyle gizemli bir hali var ki, vampir gecesi yapılsa kesin korkardım...

Akşam saatlerinde Braşov'a gittik..Bütün şehir ışıklandırılmış..Şahane bir görüntü vardı..Yeni yıla girdiğimizi orada hissettim..Çok beğendim...Bize verilen serbest zamanda aheste aheste dolaşmayı düşünüyordum ancak araçtan iner inmez hızlıca gezindim, fotolar çektim ve kendimi kapalı bir alana attım...Hava -16 larda idi sanırım...Kat kat giyinmiş olmama rağmen ağzımdan giren havanın boğazımı dondurduğunu hissediyordum..Hele eldivensiz elleriniz resmen uyuşuyor..Rezervasyonsuz hiç bir mekan misafir kabul etmiyor..Şansıma yarım saatlik boşluğu olan bir masaya oturup kahvemi içtim..Biraz ısındıktan sonra tekrar bir gezinti yaptım...1,5 saatlik zamanı aralara ısınma molaları koyarak , kulübelerden oluşan açık hava dükkanlarını, meydanı gezerek geçirdim ve aracımız bizi almaya geldi...Sabah erken saatlerinden itibaren gezinin en güzel günüydü...Otele ulaşınca evime geldiğimi düşündüm, sıcacık bir duş, çay ve uyku..

Üçüncü günümüzde sabah önce Köstence'ye doğru yola çıktık..Köstence'deki rüzgarı hiç unutmayacağım..Karadeniz'in deli gibi çoştuğu mamaia sahiline indik..Fotoğraflar çektik..Bir türk restoranda ezogelin çorbası içtim..Köstence soğuğu diye bir kavram yarattım kendi kendime...

Daha sonra Bulgaristan'a doğru yolculuk başladı..Yol boyu sohbet, bir film ve biraz uyku..Yine küçük bir sınır kapısı, pasaport kontrolü, mini bir freeshop gezisi ile Bulgaristan'a girdik..Varna'ya ulaşıp, otelimize yerleşip, akşam sürpriz olarak Casino'ya gittik...Yıllar önce küçük bir casinoya gitmiştim ama böyle değildi...İnsanlar masalara, makinalara tam konsantre olmuş kazanmaya çalışıyorlardı..Büyük heyecan ama kötü bir alışkanlık olması işten bile değil...Birer fotomuzu çekerek, pasaportlarımızı kontrol ederek içeri aldılar ve birer yemek fişi verdiler...önce 10 euroluk kumarımı oynadım, bir güzel kaybettim ve doğru üst kattaki açık büfe restorana çıktım..Açlıktan ölecektim..Yemekler harikaydı...Eni konu yemeğimi yedim...Dinlendim, çayımı içtim sonra şeytan dürttü ve tekrar casinoya indim..Son bir şans, 5 euroluk jeton aldım, değişik bir makinaya geçtim veeee 9 Euro kazandım..yani 4 Euro kardaydım...Keyfim süperdi...Saatimiz dolunca , aracımıza geçtik, şarkılar türküler söyleyerek otele ulaştık..Çocuklar gibi şenlendik...

Dördüncü günümüzde Essebar ve Burgas gezisi vardı..Essebar unesconun görülesi yerler listesinde..Ben çook beğendim...Soğuk nedeniyle boş olan sokaklarında bol bol fotoğraf çektim...Soğuk dedimse epey bir soğuktan bahsediyorum..Tipi vardı..Turistik bir bölge olduğu için çok güzel, sıcacık kafeleri var..Bunlardan birine girdim hemen..Bir türk garsonla da karşılaşınca iyice keyiflendim, önce çay sonra kahve derken epeyce ısındım..Sonra tekrar çıktım ve dolaştım...Bir başka kafeye girdim , çok şık ve sıcacık bir kafe..Birşeyler içtim..


Burgas'da şehir turu, ve alışveriş için bir alışveriş merkezinde 1 saatlik serbest zaman hızla geçti..İnsanlar bulgar kaşarı aldılar..Ben dönüş yolunda ayaklarım üşümesin diye bir çift çorap alıp iki çorap üst üste giydim..Dedim ya çok soğuktu diye :)

Süremiz bitince araçlarımıza geçtik ve dönüş yolu başladı..Molalar vererek Dereköy sınır kapısına ulaştık...Ulaştık ama tam bir macera, ıssız , virajlı, inişli , çıkışlı yollardan tipi varken seyahat çok güzel..Bana güzel yani, macera..Çok hoşuma gitti çünkü korkmadım..Kaptanlarımız gerçekten çok iyiydi...Dereköy sınır kapısı ürkütücü geldi bana..Bulgar polisi geçebilirsin diyene kadar araçta sabırla bekledik...İşaret geldi ve az ötede Türk tarafına geldik, orada araçtan inip pasaport işlemlerimizi yaptık...Tekrar soğuk demeyeceğim, dondurucu diyeceğim öyle bir tipi var...Sonra Lüleburgaz'da köfte molası...Sevindirik olduk...Üzerine çayımız, o tatlı telaşımız güzel bir final oldu...

İstanbul'a sağ salim ulaştıktan sonra 5 saatlik Ankara yolculuğum başladı ama nasıl geçti anlamadım..Aralıksız uyumuşum..Çok güzel 5 gün oldu benim için...Döndükten sonra hemen işe başlayacaklar için pek uygun  bir tur değil...Birkaç gün dinlemek gerekiyor...
Aklımı seveyim ne iyi ettim de gittim...

Sizlere önerim; eğer kış mevsiminde gidiyorsanız kesinlikle sıcak giysiler alın..Yemeklerden yana hiç sorun yok..Romanya ve Bulgaristan da kendi paralarından başka parayı asla kabul etmiyorlar..Bu konuda hazırlıklı gidin..Sipariş verdiyseniz hiiiç acele etmeyin servisleri yavaş..Bir romen gecesine katılın...Hava yolu değil illaki kara yolundan gidin..Benim kişisel keyfim ama pek çoğunuzun seveceğini düşünüyorum...

Bükreş,Braşov,Bran,Sinaia,Varna,Nessebar,Köstence,Burgas görülmeye değer...Kara yolu çekilmez demeyin, Sınır kapısından sonrası yakın bile sayılır :) keşke tekrar gidebilsem hatta ;)

Bazen herşey yolunda gider ama işi şansa bırakmayın ve mutlaka iyi bir firma ile gidin..Ne de olsa toplamda 3000 km ye yakın yol.. Bu kısa gezimizde bize güvenli yolculuk sağlayan kaptanlarımıza, dinamik rehberimize de keyfimize katkılarından dolayı teşekkür etmeyi unutmadık tabiki...


Not.Romanya tarihi, Bulgaristan geçmişi, Fatih Sultan Mehmet'in sınıf arkadaşı Vlad'ın başına gelenler ve sonradan İngiliz yazar tarafından kendisine Kont Dracula isminin verilişi, Osmanlı'nın bölgedeki hakimiyeti vesair bilgileri burada paylaşmadım...Magazin tarafını yazdım ancak meraklıları mutlaka inceleyecek ve bilgilenecektir...


Okuyalım öğrenelim gidelim görelim..Benim niyetim bu :) veya önce gidelim görelim sonra okuyalım öğrenelim tercih sizin...Görelim  kısmı önemli olan :)...