29 Ağustos 2014 Cuma

BRUGGE -- ORTAÇAĞ ESİNTİSİ

Belçika'nın başkenti Brüksel'den yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Brugge şehrine ulaştığımızda, daha şehir meydanına gelmeden bir rüya başlıyor gibi hissettiren, şahane ötesi, tam bir ortaçağ şehri Brugge.....

Ah o ne güzel bir gündü...Turumuzun henüz ikinci günü, daha yorgunluğumuzu atamadan, ekstra olarak düzenlenen Brugge gezisi için erkenden uyandık...Allah'tan hava çok güzeldi...Bir miktar esneyerek bir saate yakın yolculuktan sonra otobüsten indik..Ve birden bire bütün uykum gitmiş yerini sevinç hatta sevindirik bir hal almıştı..Her güzel kanal şehri için Venedik benzetmesi yapılır ama bana göre Venedik'ten çok daha güzel bir şehir Brugge..Şehrin ara sokakları dar, binalar ortaçağ mimarisini olduğu gibi korumuş, o kadar güzel, temiz, sakin bir şehir ki, yıllar öncesine dönüp, şehrin o günkü halini görüyormuşcasına kaptırıyor insan, ve dakikalarca yürümek istiyor ara sokaklarda...Ancak her zaman olduğu gibi kısa süre içinde çok şey yapmak gerekiyor..Mümkün olduğunca sindirerek, fotoğraflar alarak, ara sokaklarda yürüdükten sonra şehir meydanı denilen Burg meydanına geldim..Tam olarak genişçe kare bir meydan ve dört tarafı şahane yapılarla çevrili...Kendine özgü, çok estetik bulduğum, kiremit kızılı ve farklı renkte yapılar..Aslında mimari açıdan belkide bir ismi olan rengarenk yapılar meydanın dört tarafını çevreliyor...Yan yana dizili çok güzel kafeler, meydanda sürekli fotolar çeken dünyanın dört bir yanından gelmiş turistler, ve benim heryerde görmekten çok keyif aldığım faytonlar.. Herşey rüya gibi ama Burg meydanında patates kızartması yememek olmaz diyorlar...Ben de bir kuyruğu giriyorum...ödememi yapıyorum ve patates kızartmamı alıyorum...Belki de hayatımda yediğim en kıymetli, lezzetli patates kızartmasıydı..Yorgun, keyifli ve çok açken akla gelebilecek en güzel yiyecek, fakat nedense Burg meydanında patates kızartması bir ayrı lezzetli...Meydanda dolaşıp fotoğraflarımı çektikten sonra ara sokaklarında biraz daha dolaştım, şahane ev kurabiyeleri olan bir kücük kafede çikolotalı kek ve çay sipariş ettim..Brugge çikolatası ayrıca çok meşhur..Ve birden fotoğraf makinamı kaybettiğimi farkettim...Yine de önce kek ve çay keyfimi yaptım..Sonra muhtemel her yere makinamı sordum..Nihayet buldum, ne kadar sevinmiştim anlatamam...Daha sonra sırada heyecanla beklediğimiz kanal gezimiz başladı...Nasıl tarif edilir bilmiyorum ancak birkaç kare fotoyla anlatılır belki, tek kelimeyle harika bir kanal gezisiydi...Brugge zaten köprü demekmiş..Küçücük, kısacık, daracık köprüler şehrin her yerinde kanal boyunca devam ediyor..Kanala sıfır olarak, yine muhteşem binalar, evler, çiçeklerle bezenmiş sandal evler, pencereler çok estetik.Ruh dinlendirici..Brugge için , ki Unesco dünya mirası listesinde yer alıyormuş, hayranlık duyacağınız bir şehir diyebilirim...Tek kelimeyle harika...Bazı köprüler o kadar kısa ki, teknede otururken bile başınızı eğerek geçmeniz gerekiyor...Bizi gezdiren teknenin sahibi de tam organize bir rehberdi..Hem tekneyi kullandı, hem iki ayrı dilden çevreyle ilgili bilgiler verdi...Mesela Dünyanın en küçük penceresini gördük..Bir pencere ne kadar küçük olabilir düşünün...Yanlış hatırlamıyorsam bir sigara paketi büyüklüğünde ama pencere amacıyla yapılmış..Çok sevimli bir pencere...Epeyce fotoğraf çektik..Çekebilmek için de epey uğraştık..Sandal gezimizin ardından biraz daha çevreyi dolaştık...Kuğuların özgürce dolaştığı bir parka geldik...rengarenk yapraklar, yemyeşil bir alan ve sayısız kuğu..Görüntü şahaneydi..Hemen aklıma Ankara'nın gaz bombasına maruz kalan kuğulu parkı geldi...Bunların yanı sıra, belediye binası, birkaç kilise, müze binası hepsi görülmeye değer yerler...Aslında Brugee'de bir gece geçirmek ve ayrıca gecesini görmek de isterdim ama, öğleden sonra, istikametimize doğru, bu şahane şehirden ayrıldık...

Biz henüz Türkiye'den ayrılmadan birkaç kişi mutlaka Brugge şehrini gör demişlerdi...Cok haklılarmış, her dakikasından keyif aldım..Tertemiz, küçük bir ortaçağ şehri...Çok detaylı tarihi bilgileri pek hatırlamıyorum..Bunun için herhangi bir kaynağa başvurmaktansa, bana ne hissettirdi, görünen nasıl ondan bahsetmeyi tercih ettim...İnsanın bütün sıkıntılarını unutturabilecek güzellikte bir yer...Daha ne olsun..Öyle değil mi...Haydi çok beklemeyin, belki çoğunuz çoktan gördünüz, geç kalan bendim belki de ama henüz görmemiş olanlar, hiç düşünmeden gidebileceğiniz bir şehir..Çok temiz bir yer olması da bonus :) :)

23 Ağustos 2014 Cumartesi

KİJİ ADASI ...OYUNLAR ADASI



Unesco'nun koruma altına aldığı ıssız sessiz bir ada...Volga Volga gezisinin vazgeçilmez ve çok ilginç duraklarından biri...Ada Onega gölünün kuzeyinde, kışın dondurucu soğukların yaşandığı ve tipik eski rus köy hayatının hala devam ettiği bir ada..

Adaya adım atar atmaz ilk dikkati çeken şey, genelde olduğu gibi yemyeşil çimler..Öyle ki, yere çim halı sermişsiniz gibi, toprak görünmeyecek kadar yeşil bir doğa..Oldukça küçük ama muhteşem bir ada...Adanın en büyük özelliği birkaç tane denilecek kadar az olan yapıların tamamının, hiç çivi kullanılmadan, geçirme tekniği denilen (çok özel bir mimari teknik sanırım) teknikle yapılmış ahşap yapılar..Dolayısıyla adada açık alanlarda dahi sigara içmek yasak...Bunu ilk duyduğumde bir türk olarak şaşırmıştım...Sonra sadece belli bir iki noktada sigara içme yeri belirlemişler orada içebileceğimizi öğrenince sevinmiştim..Çünkü o güzel görüntüler karşısında bir sigara tüttüresim gelmişti....

Adanın en önemli yapısı Tecelli kilisesi...Kilisenin tarihi geçmişini çok net hatırlamamakla beraber, dış görüntüsünü hiç unutmuyorum...Üstelik tek çivi kullanılmadan yapılmış ahşap bir mimarlık harikası...Adadaki en yüksek yapı diyebilirim...Diğer evlerde aynı teknikle yapılmış ahşap eski rus evleri..Aslında Kiji adası özerk Karelya bölgesi denilen bölgede..Ve Unesco tarafından haklı olarak koruma altına alınmış açık orman müzesi olarak kabul edilen bir ada...Bana göre de, ada insan ayağının değmemesi gereken güzellikte...Fakat o kadar iyi korunuyor olmalı ki, hiç bozulmadan tertemiz duruyor..Öyle sanırım bu konuda oradaki yerel rehberler, ve diğer tur rehberleri de oldukça itinalı davranıyor..

Adadaki eski rus evlerine örnek olarak bir ev ziyaretimiz olmuştu..Her nedense duygulanmıştım..Ev yıllar öncesinde kullanılan araç ve gereçleri hiç değiştirilmemiş, tipik bir rus köy evi..Kullanılan araçları, evi, evin dizaynını, ısınma biçimlerini, dokuma makinasını, yataklarını, mutfaklarını görünce anladım; rus kadınları oldukça cefakar, aile birliğine sıkı sıkıya bağlı, çalışmaktan yılmayan kadınlar...Ne yazık bizler bugün ülkemize ceşitli bölgelerden gelen, hepsine birden 'rus' dediğimiz genç kızlarla eski cefakar rus kadınlarını karıştırıyoruz...

Bu evin dışında birkaç ahşap yapıya daha girdik..Bilgiler aldık, fotoğraflar çektik ama benim yine çok ilginç bulduğum, ve aslında şahit olmak istediğim bilgi; kışın adanın neredeyse -30, -40 derecelerde soğuk olduğu ve o soğuga rağmen sayılı insanın adada yaşamına devam ediyor olduğu bilgisiydi..Kimileri adada kalmıyormuş ama bazıları ki , gerçekten çok az sayıda insan adada kışı atlatıyormuş..Ve kışın deniz ulaşımı da, suyun donması nedeniyle sağlanamıyormuş..Ne maceralıdır kim bilir diye düşünmüştüm...Adada bir iki tane hediyelik eşya dükkanı var, orada da sıkça rastlayacağınız şey, kürk montlar, saf yün hırkalar, eldivenler, kalpaklar (sanırım kalpak deniyor) tesadüf değil...

Sessiz, sakin, sadece kuş seslerinin duyulduğu, bir fısıltının metrelerce uzaktan duyulabildiği, tertemiz, açık alanda bile sigara içilmeyen, az sayıda insanın yaşadığı, yemyeşil bir ada düşünün..Ve kışın karlar altında adada ulaşımsız kaldıklarını..Bence kışını da görmeye değer..Belki birgün inşallah..

Yolunuz durup dururken düşmeyecektir ama önerim, karar verin ve kiji adasını görmeye gidin...Pişman olmazsınız..Adada restoranlar, kafeler, barlar, avm ler yok, ama başka bir güzellik var ki korunmaya alınmış...Başka hiç bir yerde bulamayacağınız ender bir atmosferi var..Bir yandan çok kalsam sıkılırım derken, bir yandan evet burada insan nirvanaya ulaşır diyeceğiniz bir sükunet..Bu arada hiç yok da değil, adanın hemen girişinde küçük sir kafeteryası da var :) :) Soğukta bir sıcak kahve muhteşem oluyor, bilginiz olsun istedim .... şimdiden iyi yolculuklar :)

22 Ağustos 2014 Cuma

MANDROGİ..MASAL KÖYÜ

Mandrogi volga volga gezisi esnasında büyük ihtimalle bütün gemilerin uğrak yerlerinden...Zaten eğer Mandrogi'yi atlarsanız bu şeker gibi sahil köyünü göremezseniz büyük kayıp..İnsanın günlük yaşamda ismini çok duyamayacağı, gitmeyi aklından geçiremeyeceği kadar küçük ve az bilinen tipik bir rus köyü....

Volga boyunca ilerlerken Onega ve Ladoga göllerinden geçiliyor..Hatta bunlardan hangisiydi hatırlayamadım ancak gemimiz sabaha karşı epeyce sallanmıştı...Bu iki gölün birleştiği noktada Svir nehri kıyısında şirinden öte masal gibi bir köy...Uzaktan bakınca bana herşey maket gibi görünmüştü ...Ahşap evleri, yemyeşil doğası, rus köylülerinin el becerilerini sundukları atölyeleri, yanlış hatırlamıyorsam bir adet şarap yapım evi, her bir cm. si görülmeye değer turistik bir köy...Doğada özgürce dolaşan atlar, inekler, bazı küçük baş hayvanlar, mis gibi havası, tertemiz bir köy...Pek Anadolu köylerimize benzemiyor doğrusu...Fotoğraf çekmeyi sevenler için özel ayarlanmış bir stüdyo sanki...

Öğle saatlerinde gemimiz Mandrogi köyüne ulaştığında kurt gibi acıkmıştık...Açık alana yayılmış misler gibi ızgara kokusunu gemiden iner inmez aldık...Yeşil alana kurulmuş güzel bir restauran, rusça canlı müzik, salata, ızgara tavuk, şarap ve blueberrypie ..sonrasında Mandrogi'nin yemyeşil alanlarında yürüyüş yapmak, atölyeleri gezmek güzel hatıralarımız arasına girdi...Bütün grup bu güzel köyü sevmiş, birbirimizin fotoğraflarını çekmiştik...Volga beyaz geceler turunda hava tam anlamıyla kararmıyor ama yine de öğleden sonra, akşam üzeri denen saatlerde, gökyüzü kendine özgü rengine bürünüyor, özellikle o saatlerde köyün ve nehrin görüntüsü harikaydı...Akşam saatlerinde yeniden gemimize binerek Mandrogi'ye el salladık ve yeniden suda yol almaya başladık :)

15 Ağustos 2014 Cuma

ENDÜLÜS'TE RAKS.....




Ah İspanya...Emevi devletinin izleri...Endülüs...Cordoba...Granada...Hangi güzelliklerini anlatmalı..Güzel anılar çoğaldıkça, mekan, tarih ve pek çok şeyi hemen not düşmemişseniz karışıyor fakat, İspanya gezimizle ilgili aklımda net kalan ve hiç unutmayacağım bir geceden bahsedeceğim...Endülüs devleti, tarihi, yapıları , ispanyol çingenelerinin muhteşem dansı, El-Hamra sarayı unutulacak gibi değil...El-Hamra sarayının güzelliği rüyalarınıza girecek türden...Arap devletlerinin daha doğrusu İslam devletlerinin nasıl da keyfine, zevkine düşkün olduğunu sarayı görünce anlıyor insan....Sarayın bahçeleri yapılırken, cennetin yansıması düşünülmüş, bu dünyada cennetten zerre miktar eser olmalı diye düşünülerek dizayn edilmiş...Ben ilk gördüğümde, bu güzelliğin nasıl korunduğunu merak etmiştim, sarayın bahçelerinin dizaynı, bakımı için dünyanın çeşitli ülkelerinden bu işin uzmanları çalıştırılıyor...
El Hamra kütüphanesindeki kitaplar günümüze kadar gelebilseymiş, bugün dünyalılar olduklarından bin kat fazla yol almış olurlarmış, yani o derece önemli bilimsel kitaplar maalesef yok edilmiş...

Cordoba camii dünyanın en fazla sütunlarına sahip tek camii..Aslında kilise olarak kullanılmış..Cami olarak kullanılmış..Son olarak Camii diye anılıyordu, bizim ziyaretimiz esnasında , bize camii denildi ama zannediyorum Cordoba camii, ya da kilisesi artık ibadet mekanı olarak kullanılmıyor...Emin değilim ancak bu konuda rehberimiz de bizi net bilgilendirememişti..Gördüğüm şey karşısında , aklıma ilk gelen soru, yapılmasının nedeni olmuştu...Neden böyle bir yapıya ihtiyaç duyulmuş? diye düşünmüştüm...Yapıda 800-900 sütun var..İnsanın tek tek sayası geliyor..Muhteşem bir yapı...Granada,Cordoba zaten görülmeye değer şehirler..Evet Madrid, Barcelona,Sevilla, çılgın ispanyol mimarlarının eserleri hepsi güzel , görülmeye değer..Ancak Endülüs şehirlerinin güzelliği çok başka..

Neyse unutamadığım geceye gelelim..Yemek sonrası ekstra olarak düzenlenen flemenko gecesi için giyindik kuşandık, otobüsümüzle kısa bir yol katettikten sonra, çok hoş bir mekan önünde indik..Kapı önünde her milletten insan, şaraplar içiliyor, şarkılar söyleniyor, çingeneler ve onların güzellikleri, herşey mükemmel görünüyordu...Gösterinin yapılacağı mekan o kadar eski bir yapı ki, önce bunca kalabalığı nasıl alacak diye düşündüm..Emevilerden kalma iki katlı şahane bir mekan..Sonra yerlerimize oturduk..Bizlerden kameralarımızı, cep telefonlarımızı kapatmamız istendi...Sonra birer kadeh şarap dağıtıldı ve müzik başladı..O andan sonrasını neredeyse hatırlamıyorum, adeta yok olmuşum..Dansçı kadınların kıyafetleri, güzellikleri, erkeklerinin yakışıklılığı herşey tamam ama dansın güzelliği anlatılır gibi değil..Ruhumuz ilacını bulmuş gibi oldu..Tabi öncelikle japonlar ve diğerlerimiz yasağı delerek hem kayıt yaptık hem fotolar çektik...Yanık tenli ispanyol çingenelerinin hayatlarına insan özeniyor..Öyle süratle, ahenkle gelip gidiyorlar ki, sahne küçük olmasına rağmen hepsine yetiyor, muhteşem bir uyum, rengarenk bir gece...Dans esnasında söylenen şarkılar bizdeki karşılığı olarak ağıt, aslında dans ve müzik eşliğinde ağıtlar yakıyorlar...

Ee hadi, İspanya gezimizin bir sıradışı tarafını daha atlamayayım..Malum Boğa güreşleri, yine güreşleri izlemek için önceden biletlerimizi aldık..Aslında dayanabilir miyim diye düşünmedim değil, ama dayanmalıydım, bu gelenek orada yaşatılıyor, ben oraya kadar gitmişim, onaylamasam da, izlemeliydim...Vakit gelince yerlerimizi aldık..Matadorlar sırayla çıkıyorlar, ki İspanya'da Matador çok hatırı sayılır klas kişi demek..Bir genç kızın en büyük hayali bir Matadorla evlenmek miş..Rehber bilgileri ;) ;) Üst tabakadan kabul ediliyor Matadorlar...Neyse, Sonra güreş başladı, bir süre sonra gerçekten içi almıyor insanın, gözünü de alamıyor ama izlemek istemiyor insan...Gayet heyecanlı, ama kanlı, üzücü bir gösteri....Herkes matadorları alkışlarken benim pek içimden gelmemişti ne yalan söyleyim..Ama İspanya'ya kadar gitmişken izlenmeli...

İspanya ve Endülüs gezisi, program içeriği açısından çok zengin, yoğun gezilerimizdendi..Bütün programlar aynı yoğunlukta olmayabilir ama İspanya ve Endülüs birlikte gezilmeli bence...

Yeni yerlerde buluşmak üzereeee......

14 Ağustos 2014 Perşembe

PİRAMİTLERİ ATLAMAK OLMAZDI....

Yıllardır İnsanların Merak Ettiği Soru: Mısır Piramitleri Nasıl ...Malum her fani Mısır piramitlerini görmek ister, ben de aynı istekle yıllarca bekledim, dur bugün, dur yarın, şimdi çok sıcaktır gibi nedenlerle 2010 yılına kadar kısmet olmadı...2010 yılı kasım ayında, adeta uzaya giden bir mekiğin ilk yolcusu olacakmışcasına heves ile bütün işlemlerimi yaptırdım ve artık gün sayıyordum...Ailemden birinin yolculuk öncesi, yolculuğumu iptal etmeyi düşündürecek derecede hastalanması bütün keyfimi kaçırmıştı..Acentamın bu konudaki anlayışını hala unutmadım..'Hiç bir resmi belge talep etmeksizin ödemenizi iade ederiz, siz yeter ki son kararınızı bildirin' dediler...Neyse ki hastamız birkaç gün içinde süratle toparlandı, çıkan sonuçlarda içimi epey rahatlattı ve gitmeye karar verdim...

Mısır seyehatimden birkaç arkadaş edindim ki, iyi ki tanımışım dediğim insan olmalarının yanısıra onlarda gezip görmeyi sevenlerden...Çok sık olmasa da, hatta pek çok gezimde fazla samimi olmamaktan yana olsam da, Mısır gezisinde pek çok insanla güzel sohbetlerimiz, ortak şikayetlerimiz, aynı şeye gülmüşlüklerimiz çok oldu..Mısır'da gülmek için de, ağlamak için de pek çok neden bulabilirsiniz...2014 yılı itibariyle artık Mısır eskisi gibi değildir diye düşünüyorum...Biz döndükten sonra Mısır halkı direnişe geçti, umarım bizimle bir ilgisi yoktur :) :)

O yıl birkaç acentanın yolcularını Mısır'a kadar getirip , hava alanında ortadan kaybolduklarını haberlerde dinledik, yani kandırılmış yolcuların haberleri...Ama biz iyi bilinen bir acentayla gittiğimiz için öyle sorunlar yaşamadık..

Aslında gezimiz tamamen Nil nehri boyunca, nehir gemisi ile gerçekleşti..Bir noktadan sonra otobüs ile devam ettik..Ayrıca bir de iç hat uçuşumuz vardı...Gemi kaptanımızı gördüğümüzde kendi adıma ben epey gülmüştüm...Kaptanımız kaptan köşküne bağdaş kurarak oturmuş, ön cama tesbih, nazarlık vesair aksesuarlar kondurmuş ve kaptanlığı babasından öğrenmiş Mısır'lı bir kaptandı..Ama ne yalan söyleyim bizi hiç sarsmadan götürdü...Mısır da sanırım kaptan geleneği bu...Öyle titanik kaptanları gibi karizmatik, otomatik, elektronik bir ortam beklemeyin :) Oradan aldığımız yerel rehber ülkesiyle ilgili, gülünesi, sevilesi, ağlanası ne varsa bizimle paylaşan, işinde uzman bir rehberdi..o yönden şanslıydık...

Mısır'a yolu düşenler, ki Mısır pek çoğunuz tarafından çoktan gezildi görüldü belki ama, hala gitmemiş olanlar, Nil nehrinin her iki yanında göreceğiniz manzaralara hayran olacaksınız..Gemi veya otellerde yiyecek içecek konusunda fazla sorun olmasa da, restauranlarda öyle rastgele yemek hiç tavsiye edilmiyor...Hatta türkiye'den su götürülmesi tercih edilmeli...Yanınızda mutlaka bir antibakteriyel jel, antibakteriyel mendiller bulunsun..Kimilerine göre temiz bir ülke olabilir ama bana göre pek hijyenik bir ülke değil...Hatta sindirim sistemi için önlem kabul edilecek bildiğiniz ilaçlar varsa yanınıza alın...(ben hiç bir sorun yaşamadım ama ne olur ne olmaz)...Açık büfe olması sizi coşturmasın, yine de ağız tadı ve sağlık açısından çok yabancı, yağlı, baharatlı yiyeceklerden uzak durmalı, çiğ sebze, salata gibi yiyecekler de çok güvenilir olmayabilir..Geriye kalan zeytinyağlı, hafif yiyecekler tercih edilmeli...

Yüksek faktör güneş koruyucunuz ve şapkanızı da unutmayın...

Orada gördüğümüz bütün eserleri, şehirleri, kasabaları anlatmaktansa, (sürpriz olarak kalsın) genel olarak şunu söyleyebilirim, muhteşem ve çok zengin bir tarihleri var...heryerden tarih ve bir hikaye fışkırıyor adeta...Özellikle kahire müzesini görün, bütün her yerini gezin, oldukça büyük bir müze...Mumyalardan, Ramses'in iç çamaşırlarına kadar gezmeye doyamayacağınız bir müze...

Fayton gezisi de Mısır'da turistlerin vazgeçilmezi ancak dikkatle olun, birincisi faytonlar bakımsız ise devrilme riski var, ikincisi istedikleri ücreti, bahşişi vermezseniz sizi istemediğiniz bir durakta indirebilirler, sırf intikam almak için :)

Mısır'a giden veya gitmeyi planlayan herkes bilir , orada bir 'bahşiş' olayı var ki, başlı başına olay..Mısır'lı gençler, çocuklar, dakikalarca, saatlerce belki, bahşiş için sizinle birlikte yürüyorlar, arkanızdan geliyorlar..Tehlikeli değiller ancak oldukça ısrarlılar..Biz, bize önerildiği üzre hiç muhatap olmadık, bence sizler de olmayın, insan vicdanına yenik düşebilir ama sonrası ne olur bilemem...Ülkeye giren her Türk'ü 'yavaş yavaş hasan şaş' diyerek karşılıyorlar :) Hasan Şaş'ı tanımıyorsanız şaşırıyorsunuz..Gülümseyin yeter...Hediyelik eşya alışverişinde inanılmaz pazarlık söz konusu..Batı ülkelerinde pazarlık aklınızın ucundan geçmesin ama Mısır'da fiyatlar fena halde değişebiliyor...

Piramitler Giza bölgesinde...Piramitlerin içine girmekten çoğu insan sakınıyor, ortam pek motive edici değil aslında, adım atılmayacak kadar kalabalık, sıcak, ve rüzgar da varsa, çöl tozu caydırıcı oluyor ama, bence oralara kadar gidip piramitlerin içine girmemek olmaz..Piramitlere girerken birer ağızlık kullanabilirsiniz, oldukça havasız, ve tek kişilik bir yoldan üstelik eğilerek ilerliyorsunuz ancak görmemiş olmak ömür boyu içinize dert olur...Girin ve yorumu kendiniz yapın...Panik atak, kapalı alan korkusu olanlara pek önermem...İskenderiye kütüphanesi ilginizi çekecektir..Gayet düzenli gelişmiş bir kütüphane...Somali sınırında yanlış hatırlamıyorsam Abu Simbel'e kadar ilerledik, otobüslerle çöl denilen bölgeden geçerek gittik, yolda güvenlik nedeniyle otobüsler birlikte hareket ediyorlar ..Gerçekten Abu Simbel'e ulaştığımızda eli tüfekli, çay bahçesinde oturan yanık tenlileri görünce şaşırmıştım..Meğer onlar güvenlik görevlisi, askerlermiş..Üzerlerinde üniforma var mıydı hatırlamıyorum...Bölge riskli bir bölge...

Mısır'da Mısır poundu kullanılıyor, gerçi euro ya da hayır demiyorlar ama mutlaka Mısır poundunuz olsun, havaalanında para alışverişi gereksiz vakit kaybı ve izdiham...

En güzel gezilerimden biriydi...Günlerce unutamadığım anılarım oldu..Yeni insanlar tanıdım, Mısır'ı biraz olsun tanıdım, fakir ve pis sayılacak bir ülke..Bu nazikçe nasıl söylenir bilmiyorum ama durum bu...Trafikte kural yok..Evet var gibi görünse de trafik kuralları yok..Kimin gücü kime yeterse...Dakikalarca karşıdan karşıya geçememiş ve trafik polisinden yardım istemiştik ama polis 'beni de takmaz bunlar' diye espri yapmıştı..Trafikte herkes son derece özgür :) ..Mesela, minicik bir minibüsün içinde, oldukça eski, tuhaf renkli bir minibüsün içinde, nasıl sığıştıklarını anlamadık ama sanırım 30 kişi cama yapışmış son sürat gidiyorlardı..Aynı manzarayı gören birkaç arkadaşla gözgöze geldik ve sonra gülmekten karnımızın acıdığını hatırlıyorum..Alem bir ülke, çok güzel, çok eskilere dayanan zengin bir tarih, film gibi bir gezi...Bu günlerde, yani arap baharından sonra nasıldır bilmiyorum ama yine de Mısır'ı ihmal etmeyin....Hatta önce Mısır'dan başlayın derim...Unutulmaz yanları var...Son gece rötar çok fazla uzayınca iki grubun rehberleri arasında yaşanan gerilim, ve o muhteşem hava alanını da unutmuş değilim...Hava alanında bir küçük market vardı sanırım, ve tıklım tıklım insan...daha önce öyle bir hava alanı görmemiştim mesela ama seyehatin en güzel yanı, her yeri olduğu gibi görmek, hiç bir yeri diğeriyle mukayese etmeden...Yolumuz açık olsun :) :)

13 Ağustos 2014 Çarşamba

İSKANDİNAV MARTILARI BİLE BAŞKA



kıymetli blog severler;

henüz 26 ülke, 85 şehirlik bir seyehat günlüğüm var daha doğrusu oluşturmaya çalışıyorum..

yani hakikaten daha gidilecek çok yolum var....sadece aynı enerji, sağlık ve olmazsa olmaz bir miktar nakit gerekiyor...

sizlere 10 gün önce geldiğim geziden birkaç nokta aktarmak isterim;

yıllardır çok isteyip ertelediğim bir geziydi..iskandinavya ülkeleri, ve muhteşem fiyordlar...yorucu ama yorulmaya değer bir gezi...her akşam valiz toplayıp, başka bir şehre yola çıkıyorsunuz, yolculuk esnasında gördüğümüz manzaralar insana evet doğru yerdeyim hissi veriyor..dönmek istemeyecek kadar kaptırıyor insan kendini..hele fiyord gezisi, ki biz sadece iki büyük fiyordu görebildik, tek kelimeyle yaşadığımız dünyanın hala bunca güzelliklere sahip olmasına seviniyor insan...isveç,norveç,danimarka küçük ülkeler, nüfusları bizim istanbul şehri kadar ya var ya yok..belki bundan kaynaklanıyor, son derece temiz,düzenli,yeşil..bir sürü ayrıntı dikkatinizi çekiyor, iyisiyle kötüsüyle..grup duygusuyla hareket etmek açıkcası bu tür gezilerde insanı çok rahatsız etmiyor, aralarda kendi kendinize olacak vakitler yaratabiliyorsunuz, az da olsa...işte ben o anlardan birinde, kendine ve yön duygusuna aşırı güvenen biri olarak, biraz grup dışı fotoğraf çekmek istedim...ama öyle fazlaca uzaklaşmadan..ve öyle de oldu, çok uzağa gitmedim..birden yağmur başladı, fotoğraf makinam ıslanmasın diye çantama eğilmişken, bir mekanın giriş kapısına sığındın, birkaç dakika sonra, yağmur dindi, ben kapıdan çıktım, ve yürümeye başladım, o güzel sokakların rehaveti mi, ilk günün yorgunluğu mu, uykusuzluk mu, uçakta aldığım iki kadeh şarabın etkisi mi (ilaç niyetiyle içmeden uçamıyorum) ben yürüdükçe, kopenhag'dan ayrılıyorum hissine kapıldım, yürüdükçe yeni bir sokak, evet işte burası diye girdiğim onlarca sokak..nihayet rehberimiz aradı, onlar çoktan başka bir noktaya gitmişler..rehberimiz beni yıllardır orada yaşıyor olacak ki, garip bir yol tarifi verdi ve tabiki bulamadım..derken bir saat sonra ancak gruba ulaştım..cehennem gibi bir sıcakta saatlerce yürüdüm...ee malum biraz gerildim...ertesi gün panaromik şehir gezi yaparken gözlerime inanamadım, benim çok uzaklaştım, kayboldum dediğim nokta ile grubun bulunduğu nokta arasında 30 40 metrelik bir mesafe var...yağmurdan kaçmak için kapısına sığındığım binanın bir de arka kapısı var, ben o leyla gibi halimle ön kapıdan girip, arka kapıdan çıkmışım...

adresler konusunda kendinize güvenmeyin, mutlaka harita bulundurun, mutlaka rehberin telefon numarası, bir taksiyle anlaşabilecek kadar ingilizceniz olsun...otelinizin ismini bilmek yetmiyor, bazen aynı isimle birkaç otel olabiliyor, ismi ve mutlaka bulunduğu bölge, veya telefon numarası yazılı olarak yanınızda olsun...gittiğiniz ülkenin yerel parasından bir miktar bulundurun...ve girdiğiniz kapıların çıktığınız kapılarla aynı olduğundan emin olun...bu önemsiz gibi görünen detaylar bütün gezinizden çalabilir..fotoğraf makinanız için yedek sd kartlarınız olsun ve eğer kuzey bölgesine gidiyorsanız hava 40 derece bile olsa mutlaka bir yağmurluk veya şemsiyeniz olsun... yoksa şakır şakır yağmurda güvertede sırıl sıklam olabilirsiniz...bundan ayrıca keyif alıyorsanız benim gibi hiiiç sorun değil...

iskandinav ülkelerinde en büyük baş ağrısı, euro kabul etmedikleri gibi birbirlerinin paralarını da kabul etmiyorlar, yani; danimarka kronu, isveç kronu, norveç kronu ayrı ayrı alın, ayrıca bir miktar euro alın...her ülkenin parasını o ülke içinde tüketin...bunlar detaylar gibi gelmesin, bütün grup para şaşkınlığından yorgun düştük..o denli direniyorlar....norveç fiyordlarını görmenizi, mis gibi somonlarından tatmanızı tavsiye eder ve minnacık tecrübelerimin bir gün işe yarayacağını umut ederim....bol bol geziler..hayat gördükçe güzel.....aklınızda olsun Oslo dünyanın en pahalı ülkesi olarak açıklanmış...yani artık tokyo değil Oslo....sevgileeer
............