10 Ekim 2014 Cuma

BAZI YOLLAR İÇTEN İÇTEN ALINIR :) :)

hayat yaşandığı kadar...ve yaşanan herşey, acı ya da tatlı bir anıya dönüştükten sonra, ilk sıcaklığı soğuduktan sonra gerçek lezzetine, değerine kavuşur...bir şeylere çook sevinmek, çoook üzülmek belli bir zaman sonra, gerçek dozuna kavuşur..ya bir ders alınmıştır, ya sevinçlerinize eklenmiştir..her iki durumda da yaşanan herşey çok kıymetli...her iki durumda da kardayız yani...yaşananlara mana veren bizleriz...kimisi için gökten zembille rahmet yağsa manasız, kimisi için bir fincan kahve, ılık bir duş dünyalara değer...nasıl olur da bu denli farklı olabilir alınan tat?..bu sizin hayattan ne beklediğinizle ilgili...peki hayattan ne beklediğiniz ne ile ilgili...karakter, ruhsal birikimleriniz, algılarınız, sosyal çevreniz, çocukluğunuz, doygunluğunuzla, sorumluluklarınızla ilgili...peki bunlar ne ile ilgili....kendinize ne yönde yatırım yaptığınızla, hedeflerinizle, tercihlerinizle, hedeflerinizin çıkış noktası ile ilgili..neyi, kimi tatmin etmek istediğinizle ilgili...hayatımıza sahip çıkışımız, içini neyle zenginleştirdiğimiz kendimize duyduğumuz saygıyla alakalı...insanın kendine saygı duyması  özgüveninin sarsılmıyor olabilmesi ise, yıllara dayanan emek, tercihleriniz, seçimleriniz, prensiplerinizle, duruşunuzla ve güvenilir sağlam bir kişilikle ilgili...bu kadar hassas, ince ayrımları olan, zincirleme etkileşim halinde olan duyguları, kavramları bir tek kelimeyle ifade ediyoruz  çoğunlukla...

ama o bir tek kelime, kimin ağzından çıktığıyla ilgili olarak, ya yerine cuk diye oturuyor, ya havada gaz bulutu gibi asılı kalıyor...doğru ağızdan çıkan bir ifade, tek kelime veya uzunca cümlelerin lezzetinin farkına varan ötekiler, aynı kelimeleri veya o uzunca cümleleri tekrarlıyor...zannediyor ki mesele sadece zikretmekte....kendisi içini dolduramadığı için, zannediyor ki, herkes aynı şeyi yapıyor, boş boş sarfediyor bazı sözleri, iddiaları, kavramları, yaşamdan alınanları...'öyleyse ben de söylerim, ben de yaparım, ben de isterim, benim kimden ne eksiğim var diye haddini aşıp her lafa bin cevap hazırlıyor..hatta taklit ediyor ..farkında olmadan...ve bunu cinlik, zeka, akıllılık olarak değerlendiriyor...

halbuki insanın akıllı olanı, hele hayatın daha başlarındaysa, biraz sebep-sonuç ilişkisi kurmaya uğraşır...arsızlık asla cin olma, zeki olma, akıllı olma göstergesi değildir...boş başak misali dik durmaya çalışmak, eğer hakkını veremiyorsan bütün erdemlere sahip çıkmak kesinlikle aptallığın ta kendisidir...önce o hoşuna giden, güzel bulduğun ve bir ömür gerekli olan dünya görüşünü kabullenebiliyor musun onu test edeceksin..evveliyatına bir bakacaksın...eğer istidadında varsa, eğilimin ne yöndeyse ona göre konuşacaksın..günü kurtarmak, anı kurtarmak, herşeyle, herkesle laf yarışına girmek , tecrübesizlik, arsızlıktan öteye gitmez...kişiliğine yönelik hakaret, saygısızlık yapılmadığı sürece, sessizce izlemek, iyi niyetli ve objektif bir gözle büyük resme bakmak, kavramaya çalışmak, kendime ne katabilirim diye düşünmek, insanları kullanmak, taklit etmek yerine, onlarla konuşmak, dinlemek, gözlemlemek kişisel birikimlerinize çok daha fazla katkıda bulunacaktır..sürekli of puf, sürekli şikayet, sürekli laf yarışı, sürekli yanlış frekansdan sinyal beklemek, sürekli manevra yapmak, ince hesaplar peşinde koşmak, kolay yoldan aferin peşine takılmak ve en kötüsü insanları aptal zannetmek çok yorucu ve tatsız olduğu gibi aptallığın ta kendisidir....ben hep şöyle düşünürüm, her numarayı bir gün yüzde yüz anlaşılacağı varsayımıyla yapalabiliyor musun? o zaman verilecek bir cevabın var mı? varsa, yürü ya beşer kim tutar seni....AMA GERÇEK ANLAMDA HUZUR BEKLEME...

6 Eylül 2014 Cumartesi

MOSTAR

2012 yılı yazı da aynen 2014 yılı yazı gibi epey sıcak bir yazdı...Balkan ülkelerine gitmeye karar verdiğimde bu kadar beğeneceğimi beklemiyordum.Ama görmek ve sonra karar vermek gerekir, hem nasılsa, sürekli serin havaları ülkemize gönderen bölge olduğundan biraz da esintilidir rahat bir tatil olur demiştim...Her iki fikrimde de yanılmışım, birincisi, Balkanlar ayrı bir tat, ikincisi, hiç öyle serinlik olmadığı gibi yandık kavrulduk ama muhteşem bir geziydi...Balkan gezimizden birkaç kişiyle, daha sonra başka gezilerimizde de tesadüfen karşılaşmış olmayı da hayırlara yordum :)

Balkan gezimiz, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Arnavutluk, Karadağ, Makedonya olarak düzenlenmiş, çook yoğun bir geziydi...Hem tabiat açısından, hem malum savaş ve sonrasına yaşananlar açısından, tarihi açıdan çok zengin, her saniyesi dolu dolu bir geziydi...Gezdiğimiz bütün ülkeler dahil damak tadı açısından da en güzel gezilerimdendi..

Balkan gezisiyle ilgili anlatılacak çok şey var gerçekten..Mostar'dan başlamak istedim..
Mostar, Bosna Hersek'in küçük bir şehri..Osmanlı imparatorluğunun Bosna'daki merkeziymiş eskiden..Ve Mostar köprüsü de Mimar Sinan'ın öğrencileri tarafından inşaa edilmiş bir köprüymüş..



Mostar köprüsü kısa bir köprü..Hem köprüye giden yol, hem de çevresi paket taşlarıyla döşenmiş ama hiç öyle kaygan paket taşı görmemiştim..hemen hemen hiç kimse normal ayakkabıyla yürüyemiyor..Kaymaz spor ayakkabılarıyla belki ama diğer ayakkabıların hiç şansı yok..O yüzden çoğu turist ayakkabısız yürüyor..Ben de aynı şeyi yapmayı denedim, fakat o gün inanılmaz sıcak vardı, taşlar basılmayacak kadar sıcak olduğundan, köprüyü hızla geçtim..Bu benim için bir anı olarak kaldı :) Köprüden Neretva nehrine atlayan gençleri görünce , rehberimiz bize şöyle bir bilgi verdi, orada yaşayan genç delikanlılar, aşkını ifade etmek için köprüden atlarlarmış...Aslında Mostar köprüsü sporcuların dalış noktası olarak da kullanılmış...

Köprü Bosna-Hersek ve Sırplar ve hırvatlar arasındaki iç savaş sırasında yıkılmış, sonra yeniden, yabancı kaynakların da desteği ile inşaa edilip Prens Charles tarafından açılmış.....Mostar şehri köprü dışında da, çok sevimli bir şehir..Şehre girer girmez dikkatimi ilk çeken şeylerden biri bir adet vakıfbank şubesi olmuştu..Dar sokaklı, turistik kafelerin,mağazaların olduğu şirine bir yer..Aslında Balkanların gördüğümüz her yerinde aynı şeyi düşündüm..Oralar bizim olmalıydı, bizim kalmalıydı...Tabiatı ve tarihi o kadar zengin bir bölge ki, hepsini hatırlamak imkansız...Ancak aklımda kalan en acı hatıra, savaşın yoğun olarak yaşandığı bölgelerdeki kalıntılar ve yaşanan hikayeleri dinlemek...Savaş filmlerin, kitapların sürükleyici konusu olarak başka bir üzüntü ama izlerini görmek, birebir yaşayanlardan dinlemek içler acısı.....Bölgede hala tam olarak huzur yok gibi..Hırvatlar,müslümanlar,sırplar ayrı ayrı bölgelere ayrılmışlar..Hatta Bosna Hersek ile yanlış hatırlamıyorsam, Hırvatistan arasında ilginç bir yerden geçtik..Hırvatistan'dan çıktık, Bosna-Hersek'e girdik, sonra tekrar Hırvatistan topraklarına girdik......

Mostar'da zaman su gibi akıyor...Yaz döneminde yolunuz düşerse meşhur dondurmacısından dev gibi dondurma almayı ihmal etmeyin..Mostar'ın bir özelliği mi, yoksa ben mi öyle hissettim..Çok bizden, sıcacık, içten, zamanda bir yerlere gidip dönmüşsünüz gibi...Şehir görüntüsü yok..Ben Balkan gezisinden 'bizim oralar' hissiyle döndüm...Sizler de aynı şeyi hissedeceksiniz kesin......Her yer bittiğinde, aynı yerlere ikinci kez gitmeye başladığımda ( 150 sene yaşamayı düşünüyorum) ilk Balkanlardan başlayacağım...Üstelik İstanbul'dan yola çıkanlar için şurdan şurası...Haydi iyi yolculuklaaarr...

29 Ağustos 2014 Cuma

BRUGGE -- ORTAÇAĞ ESİNTİSİ

Belçika'nın başkenti Brüksel'den yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Brugge şehrine ulaştığımızda, daha şehir meydanına gelmeden bir rüya başlıyor gibi hissettiren, şahane ötesi, tam bir ortaçağ şehri Brugge.....

Ah o ne güzel bir gündü...Turumuzun henüz ikinci günü, daha yorgunluğumuzu atamadan, ekstra olarak düzenlenen Brugge gezisi için erkenden uyandık...Allah'tan hava çok güzeldi...Bir miktar esneyerek bir saate yakın yolculuktan sonra otobüsten indik..Ve birden bire bütün uykum gitmiş yerini sevinç hatta sevindirik bir hal almıştı..Her güzel kanal şehri için Venedik benzetmesi yapılır ama bana göre Venedik'ten çok daha güzel bir şehir Brugge..Şehrin ara sokakları dar, binalar ortaçağ mimarisini olduğu gibi korumuş, o kadar güzel, temiz, sakin bir şehir ki, yıllar öncesine dönüp, şehrin o günkü halini görüyormuşcasına kaptırıyor insan, ve dakikalarca yürümek istiyor ara sokaklarda...Ancak her zaman olduğu gibi kısa süre içinde çok şey yapmak gerekiyor..Mümkün olduğunca sindirerek, fotoğraflar alarak, ara sokaklarda yürüdükten sonra şehir meydanı denilen Burg meydanına geldim..Tam olarak genişçe kare bir meydan ve dört tarafı şahane yapılarla çevrili...Kendine özgü, çok estetik bulduğum, kiremit kızılı ve farklı renkte yapılar..Aslında mimari açıdan belkide bir ismi olan rengarenk yapılar meydanın dört tarafını çevreliyor...Yan yana dizili çok güzel kafeler, meydanda sürekli fotolar çeken dünyanın dört bir yanından gelmiş turistler, ve benim heryerde görmekten çok keyif aldığım faytonlar.. Herşey rüya gibi ama Burg meydanında patates kızartması yememek olmaz diyorlar...Ben de bir kuyruğu giriyorum...ödememi yapıyorum ve patates kızartmamı alıyorum...Belki de hayatımda yediğim en kıymetli, lezzetli patates kızartmasıydı..Yorgun, keyifli ve çok açken akla gelebilecek en güzel yiyecek, fakat nedense Burg meydanında patates kızartması bir ayrı lezzetli...Meydanda dolaşıp fotoğraflarımı çektikten sonra ara sokaklarında biraz daha dolaştım, şahane ev kurabiyeleri olan bir kücük kafede çikolotalı kek ve çay sipariş ettim..Brugge çikolatası ayrıca çok meşhur..Ve birden fotoğraf makinamı kaybettiğimi farkettim...Yine de önce kek ve çay keyfimi yaptım..Sonra muhtemel her yere makinamı sordum..Nihayet buldum, ne kadar sevinmiştim anlatamam...Daha sonra sırada heyecanla beklediğimiz kanal gezimiz başladı...Nasıl tarif edilir bilmiyorum ancak birkaç kare fotoyla anlatılır belki, tek kelimeyle harika bir kanal gezisiydi...Brugge zaten köprü demekmiş..Küçücük, kısacık, daracık köprüler şehrin her yerinde kanal boyunca devam ediyor..Kanala sıfır olarak, yine muhteşem binalar, evler, çiçeklerle bezenmiş sandal evler, pencereler çok estetik.Ruh dinlendirici..Brugge için , ki Unesco dünya mirası listesinde yer alıyormuş, hayranlık duyacağınız bir şehir diyebilirim...Tek kelimeyle harika...Bazı köprüler o kadar kısa ki, teknede otururken bile başınızı eğerek geçmeniz gerekiyor...Bizi gezdiren teknenin sahibi de tam organize bir rehberdi..Hem tekneyi kullandı, hem iki ayrı dilden çevreyle ilgili bilgiler verdi...Mesela Dünyanın en küçük penceresini gördük..Bir pencere ne kadar küçük olabilir düşünün...Yanlış hatırlamıyorsam bir sigara paketi büyüklüğünde ama pencere amacıyla yapılmış..Çok sevimli bir pencere...Epeyce fotoğraf çektik..Çekebilmek için de epey uğraştık..Sandal gezimizin ardından biraz daha çevreyi dolaştık...Kuğuların özgürce dolaştığı bir parka geldik...rengarenk yapraklar, yemyeşil bir alan ve sayısız kuğu..Görüntü şahaneydi..Hemen aklıma Ankara'nın gaz bombasına maruz kalan kuğulu parkı geldi...Bunların yanı sıra, belediye binası, birkaç kilise, müze binası hepsi görülmeye değer yerler...Aslında Brugee'de bir gece geçirmek ve ayrıca gecesini görmek de isterdim ama, öğleden sonra, istikametimize doğru, bu şahane şehirden ayrıldık...

Biz henüz Türkiye'den ayrılmadan birkaç kişi mutlaka Brugge şehrini gör demişlerdi...Cok haklılarmış, her dakikasından keyif aldım..Tertemiz, küçük bir ortaçağ şehri...Çok detaylı tarihi bilgileri pek hatırlamıyorum..Bunun için herhangi bir kaynağa başvurmaktansa, bana ne hissettirdi, görünen nasıl ondan bahsetmeyi tercih ettim...İnsanın bütün sıkıntılarını unutturabilecek güzellikte bir yer...Daha ne olsun..Öyle değil mi...Haydi çok beklemeyin, belki çoğunuz çoktan gördünüz, geç kalan bendim belki de ama henüz görmemiş olanlar, hiç düşünmeden gidebileceğiniz bir şehir..Çok temiz bir yer olması da bonus :) :)

23 Ağustos 2014 Cumartesi

KİJİ ADASI ...OYUNLAR ADASI



Unesco'nun koruma altına aldığı ıssız sessiz bir ada...Volga Volga gezisinin vazgeçilmez ve çok ilginç duraklarından biri...Ada Onega gölünün kuzeyinde, kışın dondurucu soğukların yaşandığı ve tipik eski rus köy hayatının hala devam ettiği bir ada..

Adaya adım atar atmaz ilk dikkati çeken şey, genelde olduğu gibi yemyeşil çimler..Öyle ki, yere çim halı sermişsiniz gibi, toprak görünmeyecek kadar yeşil bir doğa..Oldukça küçük ama muhteşem bir ada...Adanın en büyük özelliği birkaç tane denilecek kadar az olan yapıların tamamının, hiç çivi kullanılmadan, geçirme tekniği denilen (çok özel bir mimari teknik sanırım) teknikle yapılmış ahşap yapılar..Dolayısıyla adada açık alanlarda dahi sigara içmek yasak...Bunu ilk duyduğumde bir türk olarak şaşırmıştım...Sonra sadece belli bir iki noktada sigara içme yeri belirlemişler orada içebileceğimizi öğrenince sevinmiştim..Çünkü o güzel görüntüler karşısında bir sigara tüttüresim gelmişti....

Adanın en önemli yapısı Tecelli kilisesi...Kilisenin tarihi geçmişini çok net hatırlamamakla beraber, dış görüntüsünü hiç unutmuyorum...Üstelik tek çivi kullanılmadan yapılmış ahşap bir mimarlık harikası...Adadaki en yüksek yapı diyebilirim...Diğer evlerde aynı teknikle yapılmış ahşap eski rus evleri..Aslında Kiji adası özerk Karelya bölgesi denilen bölgede..Ve Unesco tarafından haklı olarak koruma altına alınmış açık orman müzesi olarak kabul edilen bir ada...Bana göre de, ada insan ayağının değmemesi gereken güzellikte...Fakat o kadar iyi korunuyor olmalı ki, hiç bozulmadan tertemiz duruyor..Öyle sanırım bu konuda oradaki yerel rehberler, ve diğer tur rehberleri de oldukça itinalı davranıyor..

Adadaki eski rus evlerine örnek olarak bir ev ziyaretimiz olmuştu..Her nedense duygulanmıştım..Ev yıllar öncesinde kullanılan araç ve gereçleri hiç değiştirilmemiş, tipik bir rus köy evi..Kullanılan araçları, evi, evin dizaynını, ısınma biçimlerini, dokuma makinasını, yataklarını, mutfaklarını görünce anladım; rus kadınları oldukça cefakar, aile birliğine sıkı sıkıya bağlı, çalışmaktan yılmayan kadınlar...Ne yazık bizler bugün ülkemize ceşitli bölgelerden gelen, hepsine birden 'rus' dediğimiz genç kızlarla eski cefakar rus kadınlarını karıştırıyoruz...

Bu evin dışında birkaç ahşap yapıya daha girdik..Bilgiler aldık, fotoğraflar çektik ama benim yine çok ilginç bulduğum, ve aslında şahit olmak istediğim bilgi; kışın adanın neredeyse -30, -40 derecelerde soğuk olduğu ve o soğuga rağmen sayılı insanın adada yaşamına devam ediyor olduğu bilgisiydi..Kimileri adada kalmıyormuş ama bazıları ki , gerçekten çok az sayıda insan adada kışı atlatıyormuş..Ve kışın deniz ulaşımı da, suyun donması nedeniyle sağlanamıyormuş..Ne maceralıdır kim bilir diye düşünmüştüm...Adada bir iki tane hediyelik eşya dükkanı var, orada da sıkça rastlayacağınız şey, kürk montlar, saf yün hırkalar, eldivenler, kalpaklar (sanırım kalpak deniyor) tesadüf değil...

Sessiz, sakin, sadece kuş seslerinin duyulduğu, bir fısıltının metrelerce uzaktan duyulabildiği, tertemiz, açık alanda bile sigara içilmeyen, az sayıda insanın yaşadığı, yemyeşil bir ada düşünün..Ve kışın karlar altında adada ulaşımsız kaldıklarını..Bence kışını da görmeye değer..Belki birgün inşallah..

Yolunuz durup dururken düşmeyecektir ama önerim, karar verin ve kiji adasını görmeye gidin...Pişman olmazsınız..Adada restoranlar, kafeler, barlar, avm ler yok, ama başka bir güzellik var ki korunmaya alınmış...Başka hiç bir yerde bulamayacağınız ender bir atmosferi var..Bir yandan çok kalsam sıkılırım derken, bir yandan evet burada insan nirvanaya ulaşır diyeceğiniz bir sükunet..Bu arada hiç yok da değil, adanın hemen girişinde küçük sir kafeteryası da var :) :) Soğukta bir sıcak kahve muhteşem oluyor, bilginiz olsun istedim .... şimdiden iyi yolculuklar :)

22 Ağustos 2014 Cuma

MANDROGİ..MASAL KÖYÜ

Mandrogi volga volga gezisi esnasında büyük ihtimalle bütün gemilerin uğrak yerlerinden...Zaten eğer Mandrogi'yi atlarsanız bu şeker gibi sahil köyünü göremezseniz büyük kayıp..İnsanın günlük yaşamda ismini çok duyamayacağı, gitmeyi aklından geçiremeyeceği kadar küçük ve az bilinen tipik bir rus köyü....

Volga boyunca ilerlerken Onega ve Ladoga göllerinden geçiliyor..Hatta bunlardan hangisiydi hatırlayamadım ancak gemimiz sabaha karşı epeyce sallanmıştı...Bu iki gölün birleştiği noktada Svir nehri kıyısında şirinden öte masal gibi bir köy...Uzaktan bakınca bana herşey maket gibi görünmüştü ...Ahşap evleri, yemyeşil doğası, rus köylülerinin el becerilerini sundukları atölyeleri, yanlış hatırlamıyorsam bir adet şarap yapım evi, her bir cm. si görülmeye değer turistik bir köy...Doğada özgürce dolaşan atlar, inekler, bazı küçük baş hayvanlar, mis gibi havası, tertemiz bir köy...Pek Anadolu köylerimize benzemiyor doğrusu...Fotoğraf çekmeyi sevenler için özel ayarlanmış bir stüdyo sanki...

Öğle saatlerinde gemimiz Mandrogi köyüne ulaştığında kurt gibi acıkmıştık...Açık alana yayılmış misler gibi ızgara kokusunu gemiden iner inmez aldık...Yeşil alana kurulmuş güzel bir restauran, rusça canlı müzik, salata, ızgara tavuk, şarap ve blueberrypie ..sonrasında Mandrogi'nin yemyeşil alanlarında yürüyüş yapmak, atölyeleri gezmek güzel hatıralarımız arasına girdi...Bütün grup bu güzel köyü sevmiş, birbirimizin fotoğraflarını çekmiştik...Volga beyaz geceler turunda hava tam anlamıyla kararmıyor ama yine de öğleden sonra, akşam üzeri denen saatlerde, gökyüzü kendine özgü rengine bürünüyor, özellikle o saatlerde köyün ve nehrin görüntüsü harikaydı...Akşam saatlerinde yeniden gemimize binerek Mandrogi'ye el salladık ve yeniden suda yol almaya başladık :)

15 Ağustos 2014 Cuma

ENDÜLÜS'TE RAKS.....




Ah İspanya...Emevi devletinin izleri...Endülüs...Cordoba...Granada...Hangi güzelliklerini anlatmalı..Güzel anılar çoğaldıkça, mekan, tarih ve pek çok şeyi hemen not düşmemişseniz karışıyor fakat, İspanya gezimizle ilgili aklımda net kalan ve hiç unutmayacağım bir geceden bahsedeceğim...Endülüs devleti, tarihi, yapıları , ispanyol çingenelerinin muhteşem dansı, El-Hamra sarayı unutulacak gibi değil...El-Hamra sarayının güzelliği rüyalarınıza girecek türden...Arap devletlerinin daha doğrusu İslam devletlerinin nasıl da keyfine, zevkine düşkün olduğunu sarayı görünce anlıyor insan....Sarayın bahçeleri yapılırken, cennetin yansıması düşünülmüş, bu dünyada cennetten zerre miktar eser olmalı diye düşünülerek dizayn edilmiş...Ben ilk gördüğümde, bu güzelliğin nasıl korunduğunu merak etmiştim, sarayın bahçelerinin dizaynı, bakımı için dünyanın çeşitli ülkelerinden bu işin uzmanları çalıştırılıyor...
El Hamra kütüphanesindeki kitaplar günümüze kadar gelebilseymiş, bugün dünyalılar olduklarından bin kat fazla yol almış olurlarmış, yani o derece önemli bilimsel kitaplar maalesef yok edilmiş...

Cordoba camii dünyanın en fazla sütunlarına sahip tek camii..Aslında kilise olarak kullanılmış..Cami olarak kullanılmış..Son olarak Camii diye anılıyordu, bizim ziyaretimiz esnasında , bize camii denildi ama zannediyorum Cordoba camii, ya da kilisesi artık ibadet mekanı olarak kullanılmıyor...Emin değilim ancak bu konuda rehberimiz de bizi net bilgilendirememişti..Gördüğüm şey karşısında , aklıma ilk gelen soru, yapılmasının nedeni olmuştu...Neden böyle bir yapıya ihtiyaç duyulmuş? diye düşünmüştüm...Yapıda 800-900 sütun var..İnsanın tek tek sayası geliyor..Muhteşem bir yapı...Granada,Cordoba zaten görülmeye değer şehirler..Evet Madrid, Barcelona,Sevilla, çılgın ispanyol mimarlarının eserleri hepsi güzel , görülmeye değer..Ancak Endülüs şehirlerinin güzelliği çok başka..

Neyse unutamadığım geceye gelelim..Yemek sonrası ekstra olarak düzenlenen flemenko gecesi için giyindik kuşandık, otobüsümüzle kısa bir yol katettikten sonra, çok hoş bir mekan önünde indik..Kapı önünde her milletten insan, şaraplar içiliyor, şarkılar söyleniyor, çingeneler ve onların güzellikleri, herşey mükemmel görünüyordu...Gösterinin yapılacağı mekan o kadar eski bir yapı ki, önce bunca kalabalığı nasıl alacak diye düşündüm..Emevilerden kalma iki katlı şahane bir mekan..Sonra yerlerimize oturduk..Bizlerden kameralarımızı, cep telefonlarımızı kapatmamız istendi...Sonra birer kadeh şarap dağıtıldı ve müzik başladı..O andan sonrasını neredeyse hatırlamıyorum, adeta yok olmuşum..Dansçı kadınların kıyafetleri, güzellikleri, erkeklerinin yakışıklılığı herşey tamam ama dansın güzelliği anlatılır gibi değil..Ruhumuz ilacını bulmuş gibi oldu..Tabi öncelikle japonlar ve diğerlerimiz yasağı delerek hem kayıt yaptık hem fotolar çektik...Yanık tenli ispanyol çingenelerinin hayatlarına insan özeniyor..Öyle süratle, ahenkle gelip gidiyorlar ki, sahne küçük olmasına rağmen hepsine yetiyor, muhteşem bir uyum, rengarenk bir gece...Dans esnasında söylenen şarkılar bizdeki karşılığı olarak ağıt, aslında dans ve müzik eşliğinde ağıtlar yakıyorlar...

Ee hadi, İspanya gezimizin bir sıradışı tarafını daha atlamayayım..Malum Boğa güreşleri, yine güreşleri izlemek için önceden biletlerimizi aldık..Aslında dayanabilir miyim diye düşünmedim değil, ama dayanmalıydım, bu gelenek orada yaşatılıyor, ben oraya kadar gitmişim, onaylamasam da, izlemeliydim...Vakit gelince yerlerimizi aldık..Matadorlar sırayla çıkıyorlar, ki İspanya'da Matador çok hatırı sayılır klas kişi demek..Bir genç kızın en büyük hayali bir Matadorla evlenmek miş..Rehber bilgileri ;) ;) Üst tabakadan kabul ediliyor Matadorlar...Neyse, Sonra güreş başladı, bir süre sonra gerçekten içi almıyor insanın, gözünü de alamıyor ama izlemek istemiyor insan...Gayet heyecanlı, ama kanlı, üzücü bir gösteri....Herkes matadorları alkışlarken benim pek içimden gelmemişti ne yalan söyleyim..Ama İspanya'ya kadar gitmişken izlenmeli...

İspanya ve Endülüs gezisi, program içeriği açısından çok zengin, yoğun gezilerimizdendi..Bütün programlar aynı yoğunlukta olmayabilir ama İspanya ve Endülüs birlikte gezilmeli bence...

Yeni yerlerde buluşmak üzereeee......

14 Ağustos 2014 Perşembe

PİRAMİTLERİ ATLAMAK OLMAZDI....

Yıllardır İnsanların Merak Ettiği Soru: Mısır Piramitleri Nasıl ...Malum her fani Mısır piramitlerini görmek ister, ben de aynı istekle yıllarca bekledim, dur bugün, dur yarın, şimdi çok sıcaktır gibi nedenlerle 2010 yılına kadar kısmet olmadı...2010 yılı kasım ayında, adeta uzaya giden bir mekiğin ilk yolcusu olacakmışcasına heves ile bütün işlemlerimi yaptırdım ve artık gün sayıyordum...Ailemden birinin yolculuk öncesi, yolculuğumu iptal etmeyi düşündürecek derecede hastalanması bütün keyfimi kaçırmıştı..Acentamın bu konudaki anlayışını hala unutmadım..'Hiç bir resmi belge talep etmeksizin ödemenizi iade ederiz, siz yeter ki son kararınızı bildirin' dediler...Neyse ki hastamız birkaç gün içinde süratle toparlandı, çıkan sonuçlarda içimi epey rahatlattı ve gitmeye karar verdim...

Mısır seyehatimden birkaç arkadaş edindim ki, iyi ki tanımışım dediğim insan olmalarının yanısıra onlarda gezip görmeyi sevenlerden...Çok sık olmasa da, hatta pek çok gezimde fazla samimi olmamaktan yana olsam da, Mısır gezisinde pek çok insanla güzel sohbetlerimiz, ortak şikayetlerimiz, aynı şeye gülmüşlüklerimiz çok oldu..Mısır'da gülmek için de, ağlamak için de pek çok neden bulabilirsiniz...2014 yılı itibariyle artık Mısır eskisi gibi değildir diye düşünüyorum...Biz döndükten sonra Mısır halkı direnişe geçti, umarım bizimle bir ilgisi yoktur :) :)

O yıl birkaç acentanın yolcularını Mısır'a kadar getirip , hava alanında ortadan kaybolduklarını haberlerde dinledik, yani kandırılmış yolcuların haberleri...Ama biz iyi bilinen bir acentayla gittiğimiz için öyle sorunlar yaşamadık..

Aslında gezimiz tamamen Nil nehri boyunca, nehir gemisi ile gerçekleşti..Bir noktadan sonra otobüs ile devam ettik..Ayrıca bir de iç hat uçuşumuz vardı...Gemi kaptanımızı gördüğümüzde kendi adıma ben epey gülmüştüm...Kaptanımız kaptan köşküne bağdaş kurarak oturmuş, ön cama tesbih, nazarlık vesair aksesuarlar kondurmuş ve kaptanlığı babasından öğrenmiş Mısır'lı bir kaptandı..Ama ne yalan söyleyim bizi hiç sarsmadan götürdü...Mısır da sanırım kaptan geleneği bu...Öyle titanik kaptanları gibi karizmatik, otomatik, elektronik bir ortam beklemeyin :) Oradan aldığımız yerel rehber ülkesiyle ilgili, gülünesi, sevilesi, ağlanası ne varsa bizimle paylaşan, işinde uzman bir rehberdi..o yönden şanslıydık...

Mısır'a yolu düşenler, ki Mısır pek çoğunuz tarafından çoktan gezildi görüldü belki ama, hala gitmemiş olanlar, Nil nehrinin her iki yanında göreceğiniz manzaralara hayran olacaksınız..Gemi veya otellerde yiyecek içecek konusunda fazla sorun olmasa da, restauranlarda öyle rastgele yemek hiç tavsiye edilmiyor...Hatta türkiye'den su götürülmesi tercih edilmeli...Yanınızda mutlaka bir antibakteriyel jel, antibakteriyel mendiller bulunsun..Kimilerine göre temiz bir ülke olabilir ama bana göre pek hijyenik bir ülke değil...Hatta sindirim sistemi için önlem kabul edilecek bildiğiniz ilaçlar varsa yanınıza alın...(ben hiç bir sorun yaşamadım ama ne olur ne olmaz)...Açık büfe olması sizi coşturmasın, yine de ağız tadı ve sağlık açısından çok yabancı, yağlı, baharatlı yiyeceklerden uzak durmalı, çiğ sebze, salata gibi yiyecekler de çok güvenilir olmayabilir..Geriye kalan zeytinyağlı, hafif yiyecekler tercih edilmeli...

Yüksek faktör güneş koruyucunuz ve şapkanızı da unutmayın...

Orada gördüğümüz bütün eserleri, şehirleri, kasabaları anlatmaktansa, (sürpriz olarak kalsın) genel olarak şunu söyleyebilirim, muhteşem ve çok zengin bir tarihleri var...heryerden tarih ve bir hikaye fışkırıyor adeta...Özellikle kahire müzesini görün, bütün her yerini gezin, oldukça büyük bir müze...Mumyalardan, Ramses'in iç çamaşırlarına kadar gezmeye doyamayacağınız bir müze...

Fayton gezisi de Mısır'da turistlerin vazgeçilmezi ancak dikkatle olun, birincisi faytonlar bakımsız ise devrilme riski var, ikincisi istedikleri ücreti, bahşişi vermezseniz sizi istemediğiniz bir durakta indirebilirler, sırf intikam almak için :)

Mısır'a giden veya gitmeyi planlayan herkes bilir , orada bir 'bahşiş' olayı var ki, başlı başına olay..Mısır'lı gençler, çocuklar, dakikalarca, saatlerce belki, bahşiş için sizinle birlikte yürüyorlar, arkanızdan geliyorlar..Tehlikeli değiller ancak oldukça ısrarlılar..Biz, bize önerildiği üzre hiç muhatap olmadık, bence sizler de olmayın, insan vicdanına yenik düşebilir ama sonrası ne olur bilemem...Ülkeye giren her Türk'ü 'yavaş yavaş hasan şaş' diyerek karşılıyorlar :) Hasan Şaş'ı tanımıyorsanız şaşırıyorsunuz..Gülümseyin yeter...Hediyelik eşya alışverişinde inanılmaz pazarlık söz konusu..Batı ülkelerinde pazarlık aklınızın ucundan geçmesin ama Mısır'da fiyatlar fena halde değişebiliyor...

Piramitler Giza bölgesinde...Piramitlerin içine girmekten çoğu insan sakınıyor, ortam pek motive edici değil aslında, adım atılmayacak kadar kalabalık, sıcak, ve rüzgar da varsa, çöl tozu caydırıcı oluyor ama, bence oralara kadar gidip piramitlerin içine girmemek olmaz..Piramitlere girerken birer ağızlık kullanabilirsiniz, oldukça havasız, ve tek kişilik bir yoldan üstelik eğilerek ilerliyorsunuz ancak görmemiş olmak ömür boyu içinize dert olur...Girin ve yorumu kendiniz yapın...Panik atak, kapalı alan korkusu olanlara pek önermem...İskenderiye kütüphanesi ilginizi çekecektir..Gayet düzenli gelişmiş bir kütüphane...Somali sınırında yanlış hatırlamıyorsam Abu Simbel'e kadar ilerledik, otobüslerle çöl denilen bölgeden geçerek gittik, yolda güvenlik nedeniyle otobüsler birlikte hareket ediyorlar ..Gerçekten Abu Simbel'e ulaştığımızda eli tüfekli, çay bahçesinde oturan yanık tenlileri görünce şaşırmıştım..Meğer onlar güvenlik görevlisi, askerlermiş..Üzerlerinde üniforma var mıydı hatırlamıyorum...Bölge riskli bir bölge...

Mısır'da Mısır poundu kullanılıyor, gerçi euro ya da hayır demiyorlar ama mutlaka Mısır poundunuz olsun, havaalanında para alışverişi gereksiz vakit kaybı ve izdiham...

En güzel gezilerimden biriydi...Günlerce unutamadığım anılarım oldu..Yeni insanlar tanıdım, Mısır'ı biraz olsun tanıdım, fakir ve pis sayılacak bir ülke..Bu nazikçe nasıl söylenir bilmiyorum ama durum bu...Trafikte kural yok..Evet var gibi görünse de trafik kuralları yok..Kimin gücü kime yeterse...Dakikalarca karşıdan karşıya geçememiş ve trafik polisinden yardım istemiştik ama polis 'beni de takmaz bunlar' diye espri yapmıştı..Trafikte herkes son derece özgür :) ..Mesela, minicik bir minibüsün içinde, oldukça eski, tuhaf renkli bir minibüsün içinde, nasıl sığıştıklarını anlamadık ama sanırım 30 kişi cama yapışmış son sürat gidiyorlardı..Aynı manzarayı gören birkaç arkadaşla gözgöze geldik ve sonra gülmekten karnımızın acıdığını hatırlıyorum..Alem bir ülke, çok güzel, çok eskilere dayanan zengin bir tarih, film gibi bir gezi...Bu günlerde, yani arap baharından sonra nasıldır bilmiyorum ama yine de Mısır'ı ihmal etmeyin....Hatta önce Mısır'dan başlayın derim...Unutulmaz yanları var...Son gece rötar çok fazla uzayınca iki grubun rehberleri arasında yaşanan gerilim, ve o muhteşem hava alanını da unutmuş değilim...Hava alanında bir küçük market vardı sanırım, ve tıklım tıklım insan...daha önce öyle bir hava alanı görmemiştim mesela ama seyehatin en güzel yanı, her yeri olduğu gibi görmek, hiç bir yeri diğeriyle mukayese etmeden...Yolumuz açık olsun :) :)

13 Ağustos 2014 Çarşamba

İSKANDİNAV MARTILARI BİLE BAŞKA



kıymetli blog severler;

henüz 26 ülke, 85 şehirlik bir seyehat günlüğüm var daha doğrusu oluşturmaya çalışıyorum..

yani hakikaten daha gidilecek çok yolum var....sadece aynı enerji, sağlık ve olmazsa olmaz bir miktar nakit gerekiyor...

sizlere 10 gün önce geldiğim geziden birkaç nokta aktarmak isterim;

yıllardır çok isteyip ertelediğim bir geziydi..iskandinavya ülkeleri, ve muhteşem fiyordlar...yorucu ama yorulmaya değer bir gezi...her akşam valiz toplayıp, başka bir şehre yola çıkıyorsunuz, yolculuk esnasında gördüğümüz manzaralar insana evet doğru yerdeyim hissi veriyor..dönmek istemeyecek kadar kaptırıyor insan kendini..hele fiyord gezisi, ki biz sadece iki büyük fiyordu görebildik, tek kelimeyle yaşadığımız dünyanın hala bunca güzelliklere sahip olmasına seviniyor insan...isveç,norveç,danimarka küçük ülkeler, nüfusları bizim istanbul şehri kadar ya var ya yok..belki bundan kaynaklanıyor, son derece temiz,düzenli,yeşil..bir sürü ayrıntı dikkatinizi çekiyor, iyisiyle kötüsüyle..grup duygusuyla hareket etmek açıkcası bu tür gezilerde insanı çok rahatsız etmiyor, aralarda kendi kendinize olacak vakitler yaratabiliyorsunuz, az da olsa...işte ben o anlardan birinde, kendine ve yön duygusuna aşırı güvenen biri olarak, biraz grup dışı fotoğraf çekmek istedim...ama öyle fazlaca uzaklaşmadan..ve öyle de oldu, çok uzağa gitmedim..birden yağmur başladı, fotoğraf makinam ıslanmasın diye çantama eğilmişken, bir mekanın giriş kapısına sığındın, birkaç dakika sonra, yağmur dindi, ben kapıdan çıktım, ve yürümeye başladım, o güzel sokakların rehaveti mi, ilk günün yorgunluğu mu, uykusuzluk mu, uçakta aldığım iki kadeh şarabın etkisi mi (ilaç niyetiyle içmeden uçamıyorum) ben yürüdükçe, kopenhag'dan ayrılıyorum hissine kapıldım, yürüdükçe yeni bir sokak, evet işte burası diye girdiğim onlarca sokak..nihayet rehberimiz aradı, onlar çoktan başka bir noktaya gitmişler..rehberimiz beni yıllardır orada yaşıyor olacak ki, garip bir yol tarifi verdi ve tabiki bulamadım..derken bir saat sonra ancak gruba ulaştım..cehennem gibi bir sıcakta saatlerce yürüdüm...ee malum biraz gerildim...ertesi gün panaromik şehir gezi yaparken gözlerime inanamadım, benim çok uzaklaştım, kayboldum dediğim nokta ile grubun bulunduğu nokta arasında 30 40 metrelik bir mesafe var...yağmurdan kaçmak için kapısına sığındığım binanın bir de arka kapısı var, ben o leyla gibi halimle ön kapıdan girip, arka kapıdan çıkmışım...

adresler konusunda kendinize güvenmeyin, mutlaka harita bulundurun, mutlaka rehberin telefon numarası, bir taksiyle anlaşabilecek kadar ingilizceniz olsun...otelinizin ismini bilmek yetmiyor, bazen aynı isimle birkaç otel olabiliyor, ismi ve mutlaka bulunduğu bölge, veya telefon numarası yazılı olarak yanınızda olsun...gittiğiniz ülkenin yerel parasından bir miktar bulundurun...ve girdiğiniz kapıların çıktığınız kapılarla aynı olduğundan emin olun...bu önemsiz gibi görünen detaylar bütün gezinizden çalabilir..fotoğraf makinanız için yedek sd kartlarınız olsun ve eğer kuzey bölgesine gidiyorsanız hava 40 derece bile olsa mutlaka bir yağmurluk veya şemsiyeniz olsun... yoksa şakır şakır yağmurda güvertede sırıl sıklam olabilirsiniz...bundan ayrıca keyif alıyorsanız benim gibi hiiiç sorun değil...

iskandinav ülkelerinde en büyük baş ağrısı, euro kabul etmedikleri gibi birbirlerinin paralarını da kabul etmiyorlar, yani; danimarka kronu, isveç kronu, norveç kronu ayrı ayrı alın, ayrıca bir miktar euro alın...her ülkenin parasını o ülke içinde tüketin...bunlar detaylar gibi gelmesin, bütün grup para şaşkınlığından yorgun düştük..o denli direniyorlar....norveç fiyordlarını görmenizi, mis gibi somonlarından tatmanızı tavsiye eder ve minnacık tecrübelerimin bir gün işe yarayacağını umut ederim....bol bol geziler..hayat gördükçe güzel.....aklınızda olsun Oslo dünyanın en pahalı ülkesi olarak açıklanmış...yani artık tokyo değil Oslo....sevgileeer
............












16 Temmuz 2014 Çarşamba

METEORA..GİZEMİN GÜZELLİĞİ....

2012 yılı sonbaharında karayolu ile yunanistan'a 4 gecelik gezimizin tamamı rüya gibiydi..beklediğimin çok üzerinde güzel yerler görmek, güzel insanlar tanımanın dışında, kardeş ülke ;) yunanistan'ın enfes yemekleri özellikle musakkası, sirtaki gecemiz, ermeni arkadaşlarla yapılan engin sohbetlerimiz, rehberimiz, aracımız, karayolu ile yapılan gayet güvenli yolculuğumuz, yol boyunca süryani şarabı ile yaşanan coşkular ve defalarca gelirim dedirten final....Yunanistan'a mutlaka gidin ama bir kere de kara yolu ile geçiş yapın...Şöyle bir farkı var, oldum bittim bu duyguyu sevmişimdir; Türkiye'den çıkıyorsun, kısa bir süre sonra başka bir ülkeye giriş yapıyorsun, bu duyguyu hep sevdim..Uçak yolculuklarında bunu tam yaşayamıyor insan..Yaşanmalı mı derseniz, bana göre evet detaylarıyla farklı bir duygu...Bütün yolculuğu anlatmak isterdim, çok keyifliydi, her dakikasıyla aklımı seveyim iyiki gelmişim dedim..Daha önce de Yunanistan'a gitmiştim ama Selanik, Atina, Kavala, Meteora,İskece,Gümilcine'yi bu kadar sindirerek gezememiştik...

Bu şehirler arasında bir tanesine hayran oldum...


Bir gece konakladığımız Meteora..Öğleden sonra, havanın griliği ve yağmur eşliğinde, şehre girdiğimizde, bir an bir film setinde gibi hissettim..Muhteşem tabiat oluşumu, kayalıklar arasında tertemiz, yemyeşil, gizemli bir yerleşim yeri..Kayalıklar o kadar dik , o kadar birbirine ve konaklama alanlarına yakın ki, her biri üzerinize yıkılacakmış gibi..Kayalıkların diğer özelliği hepsi siyahi renkteler...sağanak yağmur altında kısa bir şehir turu yaptıktan sonra, virajlı, yemyeşil, doğa harikası görüntüler eşliğinde, keşişlerin yaşadıkları manastırlara ulaştık..İnsan bakmaya doyamıyor, kayalıkların tepesine, ulaşımın neredeyse imkansız olduğu noktalara manastırlar yapılmış..Nasıl yapmışlar, nasıl inşaa etmişler gördüğünüzde inanamıyorsunuz..Bunlardan birkaç tanesi hala aktif..Yani, içinde keşişlerin yaşadığı, tam bir manastır hayatının yaşandığı birkaç manastır var..Doğrusu tabiat o kadar muhteşem görünüyordu ki, ben manastırın içine kadar ulaşmaya vakit ayıramadım..

Zaten onlarca dik merdiveni tırmanarak ulaşım sağlıyorsunuz ve epey vakit alıyor....Manastırın içi ile ilgili yeterince bilgi alıp fotolarıyla yetindim, çünkü özellikle yağmur varken, manzaranın güzelliğine neredeyse dondum kaldım...Manastırdan, Meteora'ya indikten sonra şehrin gecesi de, temizliği, sükuneti, yunan lokantaları da ayrıca muhteşem...Meteoray'ı en kısa zamanda görmeniz tavsiyesi, dileği hatta umudu ile bu güzel Yunan şehrinden sizlere bahsetmek istedim...Öneriyle gidilen yer her zaman en iyisidir ;) Meteora'da akşam kahvesine çıkmayı da ihmal etmeyin çok şirin mekanları var...Ayarlayabilirseniz, gece yarısından sonra yağmur da olsun :) iyi geziler .......


9 Temmuz 2014 Çarşamba

ANDORA KRALLIĞI.....

ANDORA KRALLIĞI..................

ispanya'ya yolunuz düşer ve gezi programında ekstra olarak düzenlenmiş 'andora' turu görür iseniz hiç düşünmeden katılın derim...zaten andora krallığına önce ispanya veya fransa'ya gitmeden direk olarak gitmek mümkün değil..çünkü ülkede hava alanı yok..ülke masallarda anlatılan memleketler gibi küçücük, dağların eteklerinde, tek şehri olan bir krallık..andora krallığının tek şehri aynı zamanda ülkenin başkenti doğal olarak :) ..aslında yönetim şekli tam olarak krallık değil..krallık ünvanı verilmiş birileri var lakin aynı zamanda parlamenter sistem hakim..bu sonradan edindiğim bilgi...huzurlu, mutlu, zengin bir ülke kısacası...

üzerinden epey zaman geçtiği için hatırlayabildiğim kadarıyla, ispanya-barcelona'dan kara yolu ile andora arası 3-3,5 saat sürüyor..ekstra gezi olarak düzenlendiği için, katılıp katılmamakta tereddüt etmiştim..iyi ki gitmişim..özel olarak kimsenin andora'yı görmek için yola çıkacağını zannetmiyorum ama ispanya barcelona'ya gidilmişse, andora da şart...herkesin gitmek için can attığı ülkelerden biri..çünkü ülkede vergi yok..alışveriş cenneti...yemyeşil dağlar hatırlıyorum..verilen serbest zaman içinde, bütün şehri, yani bütün ülkeyi dolaşabiliyorsunuz...bir tanecik şehir kendi içinde bölümlere ayrılmış..elektronik, parfüm ve sigara almak için karınca gibi dağılan grubumuzu hatırlıyorum da, ben tam aksine, alışveriş için harcanacak zamanı ülkeyi dolaşmak için ayırmıştım...aralarda molalar verip kahve içmek ideal bir yer..tercih sizin...sessiz, sakin ...avuç içi kadar...trafik lambalarında bekleyen sadece 3 aracın olduğu bir yer var mı..üstelik trafiğin en yoğun olduğu saatlerde :) :) bir adres sorarsanız, veya birine adres tarif edecekseniz inanın öyle üç sokak arkası, iki mahalle ötesi gibi anlatımlara gerek yok..ülke tek adresli gibi...insanlar nasıl vakit geçiriyorlar diye aklınızdan geçebilir..ancak turizm özellikle kış turizmi nedeniyle ziyaretçisi çok bol bir ülke...

ispanya gezisinin tamamı çok etkileyici ama andora keyfinize keyif katacaktır..yolunuz düşerse beni hatırlayın...haritada andora'yı bulmak isterseniz mutlaka zoom yapın.........gördüğüm en hoş yerlerden biriydi...masal dünyası gibi....gidin- görün gece tekrar barcelona'ya dönün :)))


6 Temmuz 2014 Pazar

YOL VE YOLCULUĞA DAİR HERŞEY İHTİMAL DAHİLİNDE

YOL VE YOLCULUĞA DAİR HERŞEY İHTİMAL DAHİLİNDE

uçak korkusu olan var mı? uzmanlara göre herkesin bir miktar uçak korkusu vardır..çünkü yaratılış itibariyle uçmaya meyilli canlılar değiliz :)

fakat ne yazık ki, veya aslında, ne güzel ki, uçaklar olmazsa gezgin olma hayaliniz yarım kalabilir..ünlü yönetmen stanley kubrick (ismini böyle hatırladım) uçak korkusu nedeniyle, hiç bir ödül törenine katılamamış, hiç bir davete icabet edememiş..hatta hayatı boyunca hava alanlarına bile gidememiş...

ilk uçağa bindiğimde 23 yaşındaydım..anne babamla ankara istanbul arası yolculuktu..pek korkulacak birşey görememiştim..sonuçta yanımda kapı gibi annem ve babam vardı..kim bana ne yapabilirdi ki..sonra çok büyük bir hevesle ankara-istanbul-belçika-newyork olmak üzere 18 saat havada kaldık..korktuğumu söyleyemem ama uçuşu fazla uzun bulmuştum...dönüşüm biraz korkarak olmuştu..sonra hayatım boyunca bir daha uçağa binmeme kararı almıştım..sonra ne zaman başladı, nasıl başladı bilmiyorum, uçak kazalarıyla ilgili, film ve haberleri hatta national kanalda yayınlanan kaza raporu adlı programı hiç kaçırmamaya başladım...hem korkuyor hem izliyordum...kanepende otururken izlemek ne kadar kolaymış meğer...

kara bir kış günü; bir bayram tatili vesilesiyle italya turu için bütün hazırlıklar bitmiş ve yolculuk saati gelip çatmıştı..Çok yoğun bir kar yagışı vardı, ankara-istanbul arası iki kez gidip bir türlü iniş izni alamadığımız için geri dönmüştük...uçak içinde epeyce bekletildikten sonra tekrar havalandık..kalkıştan ne kadar sonra olduğunu şu anda kestiremiyorum, ama kısa bir süre sonra, küüt diye bir ses duyduk, aslında sesi pek çok şekilde tarif edebilirim, ama kısacası bir gürültü...havada olan bir ulaşım aracında bu sese neden olabilecek ne olabilirdi?? herkes sessizce oturuyordu..sonra özellikle biz fakirlerin oturduğu arka bölümde yanık kokusu yayılmaya başladı..tam ben ve bir iki kişi daha, 'yanık kokuyor' diye kendi aramızda, hosteslerin de duyacağı şekilde şaşkın cümleler kurarken, hostesler henüz kalkış bitmeden, koridorda belirdiler..  tek tek tüm yolculara 'lütfen cep telefonlarınızı kontrol edin' diye uyarıyorlardı..birşeyler yolunda değildi..saniye farkla kabin elektriğimiz kesildi..bu arada hostesler, ben dahil, özellikle arka taraf yolcularının sorularına 'herşey yolunda' diye cevaplar verdiğini duyuyor ama inanmıyordum..çoktan ağlamaya başlamıştım..yine arka tarafta belli belirsiz bir duman, sanki bir sigara dumanı gibi, hissedildi..sa cam kenarındaydım, ve kanatlar epeyce önümde kalıyordu..bir ara motordan çıkan duman, hafifçe alev ve daha çok kıvılcımları gördüm..işte o anları anlatmak imkansız...sadece ailemi hatırladım..çok fena ağlamaya başladım..bu arada kabin ışıklarımız tekrar yandı..pilotumuz şöyle bir anons yaptı 'sayın yolcularımız, teknik bir arıza nedeniyle esenboğa hava alanına dönüyoruz, ancak belli bir irtifaya kadar kalkışı tamamlamamız gerekiyor, endişe edecek birşey yok, uçağımız tek motorla iniş yapabilecek nitelikte'..bu anonstan sonra derin bir sessizlik..elinizden hiç birşey gelmiyor..pilotun bu anonsuyla rahatlayan var mıydı bilmem..ama ben daha da kötü oldum..öyle ya, biraz önce gördüğüm dumanlar çıkartan motor iptal olmuştu...ama öyleyse neden yükselmeye devam ediyorduk..mantıksız geliyor insana..ama uçak belli bir yüksekliğe erişmeden manevra yapıp, iniş yapamıyor işte...grubumuzda chp milletvekili atilla kart da vardı..bir ara kendisinden yardım istemeyi düşündüm...

sorunsuz bir şekilde lastikler yere değdiğinde, başka bir duyguyu daha derinden yaşadım...sevinçten ağlamak...yeniden evine, yatağına, ailene kavuşacağını bilmek..inanılmaz bir mutluluk..

daha sonra, kaza raporunu aldık...meğer bir uçağın başına gelebilecek en tehlikeli şeyi yaşamışız..kocaman zavallı bir uçan hayvan, motorun emiş gücüne dayanamıyor ve motora giriyor..bir anda parçalanıp yanıyor..bizim duyduğumuz, yanık kokusu, duman, kıvılcımlar bu yüzdenmiş...sanırım thy nin basına yansımayan bir acil inişi olarak raporlara geçti..

yol ve yolculuğu seviyorsanız, daha nice hatıralarınız olabilir..ama önerim şu , korkuyu tek başınıza yaşamayın..ideal olan korkmayın..illa endişeniz varsa, tek başınıza yaşamayın, yani; önlemler,sorular,cevaplar bunlar sizi rahatlatıyorsa hiç çekinmeyin..ama asıl çözüm, yeterli teknik bilgi.........şimdi uçaklara bayılmıyorum ama artık korkmuyorum da...nasıl güçlü, nasıl güvenilir olduklarına çoktan ikna oldum...
itiraf edeyim, iki kadeh şarap olmadan olmuyor..biraz çakır keyif olduktan sonra uçuş enterasan bir duygu benim için, hem aman evlerden ırak olsun, hem haydi gidelim havasındayım....korkular rotamızı değiştirmesin :)tercihen airbus 320 veya 340 bunları bulamazsanız, boeing 700-800 ile idare edin :)

4 Temmuz 2014 Cuma

GİDİLECEK ÇOK YOLUM VAR............................

yaşadığım gezegenin yuvarlak olduğunu kendi ekseni ve güneş etrafında döndüğünü, böylesine becerikli olduğunu tabi ki biliyorum ancak, bu mucizeyi sadece kitaplarda okumak değil de, keşke mümkün olsa gözlerimle izleyebilseydim..böyle meraklarım var.....ama gerçekci olmamız lazım, yani uzaktan değil de, her karışını adım adım dolaşmak, en ücra köşelerinde birbirimizden habersiz yaşadığımız gezegendaşlarımı görmek, ayaküstü sohbetler etmek, her türlü tabiat olayına şahit olmak, yorulmak, yeni yollar için hazırlıklar yapmak,yüzlerce fotoğraf çekmek, hiç bilmediğim türlü çeşitli gelenekleri, giyinme biçimlerini, hatta belki de dünya üzerinde giyinmeden yaşayan halkları, vahşi ormanların acı yeşilini, okyanusları, dereleri, ırmakları, koyları, mağaraları, kanyonları akla gelebilecek her yerini görmek kurabileceğim en güzel hayaldi benim için..hala da öyle...bu denli olmasa bile, bir seyehat sever olduğumu biliyordum da nerden başlayacağımı hem bilmiyor, hem çok da ihtimal vermiyordum..yorulurum, doyarım, bitiririm zannederken, gün gün artan daha ilginç yerler görme hevesim, seyehat anlayışımı da değiştirmeye başladı..eskisinden cesur olduğum yeni alanlar oluştu, gezilerde bir konuda lüks ararken, başka bir konuda sadece görülmeye değer olması bana yetmeye başladı..çektiğim fotoğrafların sayıları artmaya başladı, gittiğim yerleri kameraya kaydedip, dönüşte dvd'ye aktarma alışkanlığı edindim..gelişen teknolojilerle çok daha iyisini yapabilirim ancak şimdilik bununla yetiniyorum..mesela valiz hazırlama konusunda belgesiz bir uzman oldum :) kısacası seyehate dair ne varsa hoşuma gidiyor..şunu farkettim ki, gezi öncesi gideceğim yerle ilgili bazı önemli noktalarda bloglardan tecrübeyle sabit bilgiler aramaya başladım..öyleyse ben de ilk kez gidecekler için çok derin olmayan ama belki de işe yarayacak tecrübe ve anılarımı buradan herkesle paylaşmak istiyorum...paylaşılacak yol hikayelerimin artması dileğiyle..hoşçakalın...daha gidilecek çok yer var...tadını çıkartmalı :)